Müzikolojik Yazılar

BEETHOVEN “AY IŞIĞI SONATI” ADLI YA DA KONULU BİR ESER YAZDI MI?

Beethoven’in “Ay Işığı Sonatı” diye adlandırılan Op.27, No 2, 14 numaralı Dodiyez minör piyano sonatı için uydurulmuş bir dizi şehir efsanesi,  kitaplarda, dergilerde, radyo ve TV müzik programlarında,  internette ve sosyal medya sayfalarında yinelenip durur.

Söz konusu şehir efsanelerinden en yaygın olanı da, (ne hikmetse) birçok eserde karşımıza çıkan “kör kız” hikâyesidir. Konuyu biraz daha da dramatize etmek için olsa gerek, bir dizi ayrıntı da verilerek ballandıra ballandıra anlatılan meşhur hikâyeye göre (özetle) Beethoven, söz konusu sonatı, “Ben ay ışığını hiç görmedim, bana ay ışığını müzikle anlatabilir misiniz?” diyen kör kıza, kızın evindeki piyanoda, “doğaçlama” (!) olarak çalar ve kızın yanından ayrılır ayrılmaz da, (yanındaki arkadaşına) “doğaçlama yarattığı eseri unutmadan notaya alabilmesi için acele eve dönmeleri gerektiğini” söyler… (Devamını okuyun)

JOHANN SEBASTIAN BACH’IN MEZARI*

Adnan Atalay

  • 31 Temmuz 1750’de, eski Johanniskirche (St. John Kilisesi) avlusunda toprağa verilen J. S. Bach’ın mezar yeri nasıl unutulup kayboldu?
  • Yıllar sonra Bach’ın mezarını bulabilmek için yapılan kazılarda 22 Ekim 1894 Pazartesi günü öğleden sonra bulunan meşe tabut içindeki erkek iskeletin J. S. Bach’a ait olduğuna nasıl karar verildi?
  • Johanniskirche avlusundan çıkarılan iskelet, Thomaskirche’de ( Thomas Kilisesi) bulunan bugünkü J. S. Bach mezarına konuluncaya kadar hangi süreçler yaşandı?
  • Bugün Thomaskirche’deki Bach Mezarında bulunan insan iskeleti gerçekten J. S. Bach’a mı ait? Bilim insanları, müzikologlar ve Kilise ne düşünüyor?
  • Aynı mezardan çıkan ve eşi Anna Magdelena’ya ait olduğu düşünülen ikinci tabut içindeki kadın iskeleti ne oldu? (Devamını Okuyun)

MÜZİKTE PROZODİ

Adnan Atalay

Ülkemiz müzik çevrelerinde daha çok, “sözlü müziksel eserlerde, kelimelerin ritmi ile melodideki ritmin uyumu ve sözel cümlelerle melodik cümlelerin örtüşmesi”  bağlamında kullanılan prozodi terimi, eski Yunanca προσῳδία (prosōdía) kelimesinden (Lat. prosodia; Alm. Prosodie; İn. prosody; İt. prosodia; Fr. prosodie) gelmekte olup günümüzde, fonetik, fonoloji ve akustikle de ilişkilendirilerek, sözlü anlatımdaki ritim, vurgu, tonlama, duraklama ve tempo gibi özellikleri kapsayan bir dilbilim terimi olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla sözlü müziksel eserlerdeki kullanımı da, yalnızca “ritmik uyum ve cümle örtüşmesiyle” sınırlı olmayıp ritim, vurgu, tonlama, duraklama ve tempo gibi prozodik özelliklerin tümünü içerir.  (Devamını Okuyun)

Adnan Atalay

Türkçe yazılarda geçerli olan “yazım kuralları”, TDK (Türk Dil Kurumu) tarafından hazırlanıp yayınlanan “Yazım Kılavuzları” ile belirlenmekte, editörler ve bilgisayar destekli yazım denetleme programları, ilgili yazıları, o kurallar doğrultusunda değerlendirip revize etmektedir. Ancak TDK yazım kılavuzlarında belirlenmiş bazı yazım biçimlerinin “doğruluğu” konusundaki tartışmalar ve alanda oluşan büyük çaptaki bilgi kirliliği nedeniyle, doğru yazımın “nasıl olması gerektiği” konusunda görüş birliği sağlanamamaktadır.

Atatürk’ün talimatıyla 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla kurulup 1934’te yapılan kurultayda Türk Dili Araştırma Kurumu, 1936’daki kurultayda ise bugünkü adını alan Türk Dil Kurumu, “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” adıyla kurulduğu 1932 yılından bugüne (2022) kadar geçen 90 yıl içinde, İmlâ Kılavuzu (1941), Yeni İmlâ Kılavuzu (1965), Yeni Yazım (İmlâ) Kılavuzu (1970), Yeni Yazım Kılavuzu (1973)  İmla Kılavuzu (1985) ve Yazım Kılavuzu (2005) gibi farklı adlarla çok sayıda “yazım kılavuzu” hazırlayıp yayınlamıştır. TDK’nın “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” adıyla kurulduğu 1932 yılından dört yıl önce (1928’de) “Dil Encümeni” tarafından hazırlanıp yayınlanmış olan İmlâ Lûgati  ilk “yazım kılavuzu” sayılacak olursa, 1928’de yapılan ilk baskıdan, 2012’de yayınlanan bugünkü yazım kılavuzuna (27. baskı) ulaşıncaya kadar yazım kuralları konusunda birçok değişiklik yapılmıştır. (Devamını okuyun)


MÜZİK TERMİNOLOJİMİZDE KARGAŞA

Adnan Atalay

Almanca, İngilizce, Fransızca, İtalyanca müzik sözlüklerine ya da Roberto Braccini’nin  Schott yayınlarından olan “Praktisches Wörterbuch der Musik Italienisch-Englisch-Deutsch-Französisch” gibi (aynı terimin farklı dillerdeki karşılıklarını içeren) müzik sözlüklerine bakıldığında, her bir dilde, her kavram için yerleşmiş bir terimin kullanıldığı ya da aynı anlama gelen başka terimler bulunsa bile, o terimlerden bir tanesinin öne çıktığı görülmektedir. Oysa müzik terminolojimizde, daha bu sanatın adından başlayarak tam bir kargaşa hüküm sürmektedir. Kişisel tercihlerden kaynaklanan adlandırma farklılıkları bir yana, devletin resmî kurumları arasında bile ciddî adlandırma farklılıkları bulunup müzik eğitimi veren kimi okullar “Müzik Bölümü”, kimi okullar ise “Musiki Bölümü” ya da “Konservatuvarı” olarak adlandırılmaktadır. TRT Radyoları’ndan yapılan yayınlarda bile “Türk Halk Müziği dinlediniz, şimdi de Türk Sanat Musikisi dinleyeceksiniz”  türünden anonsları sıkça duyarız. Neden birine müzik, ötekine musiki denmektedir? Özellikle de bazı sanatçılarımızın ya da sunucularımızın üzerine Arap aksanıyla bastıra bastıra “mûsîkıy”demesi durumunda daha görkemli bir şeyden mi bahsedilmiş oluyor? … (Devamını okuyun)

BELGELERLE ORANSAY GERÇEĞİ

Prof. Dr. Gültekin Oransay’ın, 1983 yılında, üniversiteden ve kamu görevinden uzaklaştırılmasıyla ilgili olarak (sağlığında ne kendisi, ne de bir başkası tarafından hiçbir açıklama yapılmamış olmasına karşın) 1989 yılında vuku bulan vefatından sonra, konu hakkında bilgi ve belge sahibi olmadıkları anlaşılan kişilerce çeşitli açıklamalar yapılmaya başlandı. Genellikle “kişisel görüş”,   yer yer de “dedikodu” niteliğinde olan söz konusu açıklamalarda, gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan değerlendirmeler ve hatta (isim verilmeden yapılmış bir takım imalarla) şahıslarımıza yönelik …(Devamını okuyun )

BARIŞ GÜVERCİNLERİ:

KIBRIS’TA BARIŞ İÇİN İKİ TOPLUMLU KORO

ΔΙΚΟΙΝΟТΙΚΗ ΧΟΡΩΔΙΑ ΓΙΑ ТΗΝ ΕΙΡΗΝΗ ΣΤΗΝ ΚΥΠΡΟ

Bi-Communal  Choir for Peace in Cyprus

Müzikteki biçimleri, türleri, çalgıları, bestecileri ya da eserleri kıyaslayıp “en iyisi”, “en sevdiğim” gibi ayrımlardan daima kaçınırım ama koro müziğine duyduğum hayranlık ve özel ilgiyi yadsıyamam. (Devamını okuyun)

Αν και πάντα αποφεύγω να συγκρίνω μορφές, είδη, όργανα, συνθέτες ή έργα στη μουσική και να κάνω διακρίσεις όπως “το καλύτερο” ή “το αγαπημένο μου”, το θαυμασμό και το ιδιαίτερο ενδιαφέρον μου για τη χορωδιακή μουσική δεν θα μπορούσα να αρνηθώ. (Διαβάστε περισσότερα)

Although I always avoid comparing forms, types of music, instruments, composers or musical works  and making distinctions such as “the best” or “my favorite”, I would not deny my admiration and special interest in choral music. (read more)

TUĞRUL GÖĞÜŞ VE AHMED ADNAN SAYGUN SEMİNERİ

Tuğrul Göğüş ile ilgili acı haberi duyurmak gibi çok güç bir görevi yerine getirmek zorunda kaldığım dünkü paylaşımıma eklediğim yorumda  “Tuğrul’um bu ne acele? Her yere herkesten önce sen gider, her şeyi hepimizden önce sen düşünürdün. Yine aynı şeyi yaptın ama bu kez çok acı oldu…” demiştim. Hayatını kaybedenlerin ardından yalnızca güzel şeyler söyleyip yazmak ve onları olabildiğince yüceltmek gibi harika bir gelenek vardır. Yazdıklarım o geleneğin bir yansıması olabilir ya da Tuğrul’umuzu yeterince tanımayan arkadaşlarımız öyle olduğunu düşünmüş olabilir miydi? Büyük bir bölümünü uykusuz geçirdiğim gecenin sabahında erkenden kalkıp Tuğrul için yazılanları okudum. Onu tanıyan herkes, kimi zaman çok şey ifade eden birkaç sözcük, kimi zamansa daha uzun cümlelerle hep aynı şeyi dile getirmiş… Örneğin onu  en iyi tanıyan insanlardan biri olan  Sayın Numan Pekdemir de, Tuğrul’u anlattığı yazısının bir yerinde “Ona hiçbirimiz yetişemedik ama henüz 64 yaşında maalesef ona ancak ölüm yetişebildi. Bu ülkeye Tuğrul’lar arada bir uğrar.”  diyor… Büyük bir içtenlik ve sevgiyle dile getirilmiş bu güçlü ifadenin üzerine başka ne söylenebilir ki… (Devamını okuyun)

TÜRK MÜZİK LİTERATÜRÜNÜN ÇAĞLAYAN PINARI:

AHMET SAY

Müziği bir tür  “eğlence aracı” olarak gören ya da yalnızca edimsel yanıyla ilgilenip kuramsal yanına yeterince ilgi göstermeyen toplumlarda yapılacak kuramsal çalışmalar ilgisizliğe mahkum gibidir. Binbir emek ve yıllar süren çalışmalarla hazırlanıp büyük masraflarla bastırılan kitaplar alıcı ve okuyucu bulmakta zorlanıp yıllarca elde kalırken,  karşılaşılan başarısızlığın tüm maliyeti de yazara ve yayıncıya çıkarılır… Kitap edinme alışkanlıklarının yeterince gelişmediği, şu ya da bu biçimde edinilen kitapların ise bazen okunmayıp kişisel kitaplıkları zengin gösterme amacıyla dekoratif  öğe gibi kullanıldığı, yaşamın olmazsa olmaz bir parçası olan kitapların lüks tüketim maddesi ve hatta gereksiz masraf olarak algılandığı toplumlarda kitap bastırıp satabilmek,  o kitabı yazmaktan çok daha zor bir iştir ve çok daha büyük çaba  gerektirir. (Devamı…)


ERDOĞAN OKYAY IŞIĞI

Onu kaybettiğimizi (vefatından yaklaşık 4 yıl sonra) öğrenip göz yaşları içinde yazdığım “ERDOĞAN OKYAY” başlıklı yazımın[1]  üzerinden 16 gün geçti. Duyduğum acı hiç azalmadı ve sanırım alışmak kolay olmayacak.

Gün ışığının önemi, ne yazık ki, güneş battıktan sonra anlaşılıyor… O da tıpkı gün ışığı gibiydi… Binaların kömür yakılarak ısıtıldığı o dönemlerin Ankara’sında, her yeri  siyah bir perde gibi kaplayıp ruhlarımızı karartan sis, o daha dersliğin kapısından göründüğü anda kaybolur, onun ışığı vururdu her yere.

“Zaman” algısının ne denli göreceli olabileceğini onun derslerinde şaşkınlıkla yaşardık. Bir saatlik ders sanki “beş dakika” içinde bitiverirdi, doyamazdık…  Müzik Bölümü,  Enstitünün  Konya Yolu ve Atatürk Orman Çifliği –Beşevler hattına en yakın yerinde olduğu için, özellikle  pencerelerin açık tutulduğu bahar aylarında, yoldan geçen araçların motor ve korna sesleri dersliklere kadar gelirdi  ama onun derslerinde her şey susar bir tek o duyulurdu…  (Devamı…)

 

ERDOĞAN OKYAY

Adnan Atalay

Onun adını, taşıdığı (ama onu tanımlamaya yetmeyen) unvanlarının hiç birini kullanmadan yazıyorum, çünkü  “ERDOĞAN OKYAY” adı, ona dar gelen unvanlarından çok daha büyüktür.

O’nun öğrencilerinden biri olabilme şansını yakaladığımda henüz 14 yaşımdaydım.  Şimdiki GSL Müzik Bölümlerinin ilk biçimi olan Müzik Semineri yıllarım (1967-1970), Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü öğrenciliğim (1970-1973), aynı bölümdeki asistanlık yıllarım (1974-1978) hep onun ışığıyla aydınlandı.  O zamanlar “asistanlık tezi” olarak adlandırdığımız “Asitanlık bitirme çalışmamı” onun rehberliğinde tamamladım ve yapılan işin her bir ayrıntısında gösterdiği inanılmaz inceliği hayranlıkla izleyip O’ndan çok şey öğrendim.(Devamı…)


 

BAŞARILI BİR “DİKTE” İÇİN KAZANILMIŞ OLMASI GEREKEN BİLGİLER, BECERİLER VE DİKTEDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR 

Adnan Atalay

Müziksel İşitme-Okuma-Yazma (Kulak Eğitimi) Derslerinin en önemli konularından biri olan DİKTE (Müziksel Yazma, Ezgi Yazma) çalışmaları ve sınavları, çoğu öğrencinin en çok zorlandığı alanlardan biri olup, ilgili ders ve sınavlardaki başarıyı doğrudan etkileme potansiyelinden dolayı birçok öğrencinin “korkulu rüyası” haline gelebilmektedir. Diktede karşılaşılan kimi sorunlar,  “korku” duygusuyla da birleşince kronikleşmekte ve diktede gösterdiği başarısızlık, öğrencinin “yeteneksiz” olduğu ya da “yeterince yetenekli olmadığı” (eski ifadeyle “kulağının zayıf olduğu”) yargılarına yol açabilmektedir. …Yazının tamamını okuyun

 


 

MÜZİK EĞİTİMİ VEREN YÜKSEK OKULLARIN
ÖZEL YETENEK SINAVLARINA BAŞVURACAK ÖĞRENCİLER İÇİN ÖNERİLER 

Adnan Atalay

Doç. Cenap Can ELBİ ve Yar.Doç.Dr. İlhan ERSOY’la birlikte “Sanat Danışmanı” olarak görev yaptığımız Ümran Baradan Güzel Sanatlar ve Spor Lisesinde 15 Şubat 2012 Çarşamba günü yaptığımız toplantının öğleden sonraki bölümünde, Müzik Bölümündeki öğrencilerimizin de katılımıyla müzik eğitiminin çeşitli alanlarına ilişkin konuları ele alıp görüştük. Yapılan görüşmeler sırasında  öğrencilerimizin sıklıkla dile getirdiği konulardan biri de  “Müzik eğitimi veren yüksek okulların özel yetenek sınavlarına başvuracak öğrencilere ne gibi önerilerde bulunabileceğimiz” sorusu oldu.  Hocalarımızın da değerli katkılarıyla ortaya çıkan  tüm  önerileri, biraz daha ayrıntılı olarak yeniden ele alıp yazılı hale getirmek, anılan sınavlara başvurmak isteyen tüm adayların yararlanabilmesi bakımından  sanırım yararlı olacaktır. Yazının tamamını okuyun


TÜRK MÜZİĞİNDE “KOMALI SES” VAR MIDIR?[1] 

Adnan Atalay                           

“Türk müziğinde kullanılan seslerin ‘komalı sesler’ olduğu” görüşü oldukça yaygın  olup müzik kültürümüze ilişkin her türlü olgu (ve hatta  çoksesliliğin gelişememiş olması bile)  çok kez “komalı seslerin” varlığıyla açıklanmaya çalışılmakta, eş aralıklı düzende (alm.Temperatur, ing. temperament, fr. tempérament) karşılığı olmayan perdelerimiz ve  kullandığımız nota yazısındaki 1,4,5,8,9,12,13  komalık diyez ve bemol imleri de bu görüşü  doğrular görünmektedir.

Oysa konuya  görüntüye dayalı bilgiler (!) açısından değil de, tarihsel ve selenbilimsel  bilgiler açısından bakıldığında, ne Türk müziğinde ne de yer yüzündeki bir başka müzik kültüründe “komalı ses” olarak adlandırılabilecek bir ses türünün bulunmadığı  ve  Türk müziğinde uluslararası boyutta bir çokseslilik kültürüne henüz ulaşılamamış olunmasının da müziğimizde kullanılan ses sistemiyle hiçbir alâkasının olmadığı görülecektir.

Yazının tamamını okuyun

[1] EÜ Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı Dergisi, Yıl 2015, Sayı : 6, Sayfa : 13-35 / Sayı : 7, Sayfa : 39-62


Köy Enstitülerinin Gölgesinde Kalmış Bir Cumhuriyet Işığı: Köy Muallim Mektepleri ve Gezici Başöğretmenler

Adnan Atalay

17-19 Temmuz 1939 tarihleri arasında, Milli Eğitim Bakanı (Maarif Vekili) Hasan Ali Yücel başkanlığında toplanan 1.  Milli Eğitim (Maarif)  Şurasında alınan karar doğrultusunda 17 Nisan 1940 ‘da kurulan Köy Enstitüleri,  kapatıldıkları 1954 yılına kadar geçen 14 yıl içinde (daha 1946’dan başlayarak ardı ardına çıkarılan kanun ve genelgelerle yıkıma doğru giden bir sürecin içine sokulmuş olmalarına  rağmen) Türk eğitim tarihinde “mucize” sayılacak izler bırakmıştır.  Kapatılmalarının üzerinden 62 yıl geçmiş olmasına rağmen ülkesini ve milletini seven herkesin gönlünde buruk bir özlemle yaşayan Köy Enstitüleri için çok şey söylenip yazıldı ve daha çok şey yazılacaktır.   Devamını Oku


İHLAL, İNTİHAL VE 

YANLIŞLARLA  DOLU BİR “DOKTORA  TEZİ”

Adnan Atalay

Bu da “Ben yönettiğim teze laf söyletmem” diyen Yrd. Doç. Dr. Sermin BİLEN’in “Doktora Tezi”

Çok sayıda bilimsel yanlış, sayfalarca dolusu terminolojik hata, hipotezi doğrulayacak yolda manipüle edilmiş gözlem notları, uluslararası nota yazım disipliniyle bağdaşmayan hatalı bir nota yazısı, alfabetik soyadı sırasını bile tutturamamış eksik ve yanlışlarla dolu bir kaynakça,   ilk 50 sayfada  81 intihal… ve 193 sayfalık tezde 184 yazım hatası…

Ve… aynı anabilim dalında hazırlanıp onaylanmış 3 adet yüksek lisans tezinin  durumu..

Bilimsel etik ihlallerinin ulaştığı  boyutlar ve belgeleri…

Sermin Bilen Doktora Tezi Eleştirisi için TIKLAYINIZ


ATATÜRK
“BUGÜN ACUNA DİNLETMEYE YELTENİLEN MUSİKÎ
BİZİM DEĞİLDİR” DEDİ Mİ?

Adnan Atalay

Atatürk’ün, TBMM’nin 1 Kasım 1934, IV. Dönem 4. Toplanma Yılını Açış Konuşmasında
“Bugün acuna (dünyaya) dinletmeye yeltenilen musikî bizim değildir” dediği yolunda gerçek dışı bir iddia, herhangi bir yerde rastladıkları bilgiyi (doğruluk derecesini gereğince araştırmaksızın) kendi yayınlarına taşıyan (aralarında ne yazık ki önemli profesörlerin de bulunduğu) kişiler tarafından yaygınlaştırılmış ve büyük çoğunluğu müzik eğitimi almış çok sayıda insanımızın, kendi geleneksel müziğimiz ya da Atatürk hakkında olumsuz bir takım düşünceler geliştirmesine neden olmuştur. Oysa Atatürk, … (Devamını Okuyun)



BİLİMSEL ARAŞTIRMALARDA ETİK KURAL İHLALLERİ İLE İLGİLİ  GÖRÜŞLER

Adnan Atalay

“Gerçek bilim insanının popüler olma kaygısı yoktur. Tüm toplum ona karşı dahi olsa, o gerçeği yakalamışsa onu savunur.” Prof. Dr. Nezhun GÖREN

Bilimsel araştırmalarda karşılaşılan etik ihlaller ve uluslararası bilim etiği üzerine bugüne kadar çok şey söylenip yazıldı. Üniversitede “profesörlük” düzeyine ulaşmış birbirinden değerli bilim adamları, ardı ardına sundukları  bildiri ve makalelerle kamuoyunu ve ilgili makamları etik kurallar konusunda uyarıp, kural ihlallerinin neler olduğunu, nelerden kaynaklandığını ve nasıl önlenebileceğini irdeleyip açıkladılar. Ancak toplumsal hafızamızın zayıflığı, güncel olayların etkisiyle sürekli değişen  gündem ve ne yazık ki kamuoyunun ilgisizliği yüzünden, söz konusu saptama ve açıklamalar  gerekli yankıyı uyandıramamış görünmektedir. Devamını Okuyun


YÖNETTİĞİ TEZE LAF SÖYLETMEYEN “DOKTOR” HANIMDAN 

BİR DOKTORA TEZİ DAHA !

Adnan Atalay

Okumak için tıklayınız


“AKTİF” TÜRKÜ SÖZÜ YAZMA YÖNTEMLERİ

Adnan Atalay

Öğrencim Siracettin SAĞLAMÇALAR’a

Sevgili Siracettin,

İşlerimin yoğunluğundan dolayı, 32 Ocak 2011 tarihli mektubuna ancak bugün cevap verebiliyorum kusura bakma. Mektubunda “…30 Eylül İlköğretim Okulu 6. sınıfta okumaya başladığını, tüm derslerinin çok iyi olduğunu, yalnız müzik dersinde biraz(!) zorlandığını, Müzik öğretmeniniz Dürdane LAFSÖYLETMEZ’in düzeyinizin çok üstünde ödevler verdiğini” yazıyor ve “ ödevlerin altından teker teker kalkamadığınız için üçer kişilik kümelere ayrıldığınızı, sınıf arkadaşlarınızdan İsfendiyar TAMAKTİF ve Hasibe KENDİNBİLMEZ’ le aynı küme içinde yer aldığınızı, son ödevinizin de «bir türkü sözü yazma» olduğunu” belirtip, “türkülere söz yazmanın ne demek olduğunu ve nasıl yapılabileceğini” soruyorsun.  Devamını okuyun



ÜZERİNE LAF SÖYLETİLMEYEN DOKTORA TEZİ

Adnan Atalay

Yrd.Doç.Dr.Sermin Bilen’e

TEZLER DE ELEŞTİRİLİR “DOKTOR” HANIM !

Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi GSEB Müzik Eğitimi Anabilim Dalı Kurulunun 29/12/2010 tarihli toplantısında sarf ettiğiniz sözleri  düşünüp, telaş ve öfkenizin nedenini anlamaya çalışıyorum, ama itiraf etmeliyim ki, aradan geçen bunca zamana rağmen anlayabilmiş  değilim. Yönettiğiniz tezlerden birinin, “armoni ile ilgili olmadığı, bu nedenle de söz konusu tez gerekçe gösterilerek armoni alanında yeterlilik iddiasında bulunulamayacağı” yolunda görüş belirtmemiz üzerine   “ O tezi ben yönettim.  Ben yönettiğim teze laf söyletmem! Siz kim oluyorsunuz da benim yönettiğim tezi eleştiriyorsunuz? Sizin doktoranız var mı? Siz hayatınızda hiç tez yazdınız mı? Aklınızı başınıza toplayıp, haddinizi bilin!” diye bağırarak toplantıyı terk ettiniz… Bunca sözü sarf ettikten sonra, hiç değilse toplantıyı terk etmeyip cevabını dinleme nezaketi gösterseydiniz, kim olduğumuzu, tarafınızdan yönetilmiş bir teze ne cür’etle dil uzatabildiğimizi, doktoramızın olup olmadığını, orada hangi sıfatla konuştuğumuzu, hayatımızda hiç tez yazıp yazmadığımızı arz edebilme olanağı bulurduk. Ama bizleri bu olanaktan bile mahrum bırakıp, söyleyeceğinizi söyledikten sonra, hiç kimseyi dinlemeden  çıkıp gitmeyi tercih ettiniz… Bu nedenle cevabımı ve sorularımı yazılı olarak vermek zorunda kalıyorum, kusura bakmayın. Devamını okuyun