BEETHOVEN “AY IŞIĞI SONATI” ADLI YA DA KONULU BİR ESER YAZDI MI?

Beethoven’in “Ay Işığı Sonatı” diye adlandırılan Op. 27.2,  14 numaralı Dodiyez minör piyano sonatı için uydurulmuş bir dizi şehir efsanesi,  kitaplarda, dergilerde, radyo ve TV müzik programlarında,  internette ve sosyal medya sayfalarında yinelenip durur.

Söz konusu şehir efsanelerinden en yaygın olanı da, (ne hikmetse) birçok eserde karşımıza çıkan “kör kız” hikâyesidir. Konuyu biraz daha da dramatize etmek için olsa gerek, bir dizi ayrıntı da verilerek ballandıra ballandıra anlatılan meşhur hikâyeye göre (özetle) Beethoven, söz konusu sonatı, “Ben ay ışığını hiç görmedim, bana ay ışığını müzikle anlatabilir misiniz?” diyen kör kıza, kızın evindeki piyanoda, “doğaçlama” (!) olarak çalar ve kızın yanından ayrılır ayrılmaz da, (yanındaki arkadaşına) “doğaçlama yarattığı eseri unutmadan notaya alabilmesi için acele eve dönmeleri gerektiğini” söyler…

Metastaz yapmış kanser hücreleri gibi, dünyanın her tarafına yayılan ve hatta müzik derslerinde “bilgi” diye sunulan bu yanlışı düzeltmek gerekiyor ama bir hikâyeye sığdırabilme başarısı gösterilmiş bunca yanlıştan hangisini? En iyisi madde madde açıklamak:

1 – Yalnızca bizde değil, dünya genelinde de Beethoven’ın “Ay Işığı Sonatı” (Alm. Mondscheinsonat; İng. Moonlight Sonata; İt. Sonata al chiaro di luna; Fr. Sonate au clair de lune)  olarak adlandırılan o eser, müstakil bir eser değil,  Beethoven’ın Op. 27.2,  14 numaralı Dodiyez minör piyano sonatının 1. bölümüdür.

 2 – Aslında yalnızca 1. bölümü kastedildiği hâlde, bugün söz konusu sonatın tümü için kullanılan “Ay Işığı” adını, Beethoven’in kendisi vermemiştir.  Kaldı ki  Beethoven’ın toplam 32 piyano sonatından (bildiğim kadarıyla) yalnızca ikisinin başlığı kendisi tarafından verilmiştir: Prens Carl von Lichnowsky’ye ithaf ettiği Op. 13, 8 numaralı Patetik Sonat (Sonate Pathétique/ bestecinin izniyle yayıncı tarafından) ve Arşidük Rudolph’a ithaf ettiği Op. 81a, 26 numaralı  sonatın bölümlerinde kullandığı Das Lebewohl (Veda), Die Abwesenheit (Yokluk), Das Wiedersehn (Yeniden görüşmek)  başlıkları. (Yayıncının bu başlıkları Les Adieux, L’Absence, Le Retour biçiminde Fransızca’ya çevirerek basmış olmasından rahatsız olduğu da bilinir.)  Öteki sonatları için kullanılan Nr. 12 “Trauermarsch”(Cenaze Marşı);  Nr. 15 “Pastoral Sonat”;  Nr. 17 “Der Sturm” (Fırtına Sonatı);  Nr. 18 “Die Jagd(Av Sonatı); Nr. 21 “Waldstein-Sonate”; Nr. 23 “Appassionata(Tutku Sonatı);  Nr. 24 “à Thérèse” gibi isimlerin tümü  (kısmen Beethoven’le ilgili sayılabilecek olan Appassionata  dışında) başkaları tarafından konulmuştur.

3 – 14 numaralı Dodiyez minör sonatının “Ay Işığı” ile ilişkilendirilmesi ve  “Ay Işığı Sonatı” olarak adlandırılmasının, Beethoven’ın ölümünden (1827) tahminen sekiz on yıl sonra  başlayıp hızla yaygınlaşan bir durum olmasına karşın, Beethoven o  sonatı,  ölümünden 26 yıl önce, daha 31 yaşındayken (1801) bestelemiş ve bestecilik kariyerinin (klasik formları kırarak dışına çıkmaya başladığı) ikinci evresine denk gelen, (dolayısyla da “sonat” formunun en belirleyici özelliği olan “Sonat Allegrosu” ile başlama geleneğine bile uymayıp Adagio bölümüyle başlattığı) o sonatı, “Fantezi benzeri bir Sonat” anlamına gelen  ”Sonata quasi una Fantasia” olarak adlandırmıştır. O nedenle de  anılan sonat,  (aşağıdaki görsellerde de görüleceği üzere)  1802 yılında yapılan ilk baskıdan başlıyarak Beethoven’in sağlığında yapılmış tüm baskılarında Sonata quasi una Fantasia adıyla yayınlanmıştır.

Görsel 1 1802 1. Baskı kapağı, ( Vienna: Gio. Cappi e Comp., n.d.[1802]. Plate 879. ) imslp
Görsel 2 1810 baskısı (Offenbach: Johann André, n.d.[1810]. Plate 3062.) imslp
Görsel 3 Yaklaşık 1814 baskısı (Hamburg: August Cranz, n.d.ca.1814) imslp

Beethoven’ın söz konusu sonat için kullandığı bir başka başlık ise, ilk sayfasına düştüğü  per il Clavicembalo o Piano-Forte (Klavsen veya Piano-Forte için) notudur. Bu iki başlık dışında hiçbir adlandırmanın besteci ile herhangi bir ilişkisi yoktur.

4 – Beethoven 1801 yılında yazıp “Fantezi benzeri bir Sonat” anlamında ”Sonata quasi una Fantasia” olarak adlandırdığı söz konusu sonatı (1802 yılında yapılan ilk baskının Görsel 1’deki kapağında da görüleceği üzere)  Kont Franz Joseph Guicciardi ve Kontes Susanna von Brunswik çiftinin, bir ara Beethoven’den piyano dersleri almış olan kızları Kontes Julie Guicciardi’ye (1784?-1856) ithaf etmiştir. (O dönemdeki ithaf geleneğinden dolayı ithaf İtalyancadır.)

Eseri Kontes Julie Guicciardi’ye ithaf etmesi ve arkadaşı Franz Gerhard Wegeler’e yazdığı 16 Kasım 1801 tarihli mektupta “…diese Veränderung hat ein liebes zauberisches Mädchen7 hervorgebracht, die mich liebt, und die ich liebe, es sind seit 2 Jahren wieder einige seelige Augenblicke, und es ist das erstemal, daß ich fühle, daß – heirathen glücklich machen könnte, leider ist sie nicht von meinem stande – und jetzt – könnte ich nun freylich nicht heirathen” (…bu değişim beni seven ve benim de sevdiğim sevimli, büyülü bir kız yarattı, iki yıldır birkaç mutlu an yaşadık ve ilk kez evliliğin mutlu edebileceğini hissettim, ne yazık ki onlar benim konumumda  değiller ve şimdi tabi ki evlenemem) demiş olması (Beethoven-Haus Bonn https://www.beethoven.de/de/media/view/4862695861911552/Ludwig+van+Beethoven%2C+Brief+an+Franz+Gerhard+Wegeler+in+Bonn%2C+Wien%2C+16.+November+1801%2C+Autograph ) mektupta söz ettiği sevgilinin, Kontes Julie olduğu, dolayısıyla da eseri Julie için bestelediğinin düşünülmesine yol açmıştır. Hatta Macar soylusu olan bu Aile ile dostane ilişkileri olan Beethoven’in, 1800, 1801 ve 1806 yıllarında,  Ailenin Unterkrupa’daki (Dolná Krupá) Brunswik malikanesine ait bahçıvan kulübesinin üst katında misafir edildiği ve orada besteler de yaptığı bilindiği için, 1801 yılında bestelediği söz konusu sonatın birinci bölümünü, görsel 4’teki bahçıvan kulübesinde piyano başına geçip, güzel kontesin önünde doğaçlama çalarak yarattığı söylentileri çıkmış ve esere bundan dolayı “Laubensonate” (Çardak/Kameriye Sonatı) adı takılmıştır. “Ay Işığı Sonatı” takma adından sonra giderek unutulan “Çardak Sonatı” adlandırması, Beethoven’in sağlığında yaygın biçimde kullanılmıştır. (Beethoven’in başkaları tarafından yapılan bu adlandırma konusunda olumlu ya da olumsuz tepki verdiğini gösteren herhangi bir kayda rastlamadım.)

 

Görsel 4 Günümüzde Ay Işığı Sonatı, Beethoven’in sağlığında ise Laubensonate” (Çardak/Kameriye Sonatı) olarak adlandırılan söz konusu sonatın (aslında kastedilen yalnızca 1. bölümüdür) Beethoven tarafından güzel Kontes Julie’nin önünde doğaçlama olarak yaratıldığına inanılan Brunswik Ailesinin Unterkrupa Malikanesindeki  Bahçıvan Kulübesi.  (Şimdi Beethoven Anıt Evi olarak kullanılmaktadır.) https://www.vitajtevtrnave.sk/en/register/museum-of-music-chateau-dolna-krupa

Ne gariptir ki, o dönemin insanları, söz konusu sonatı, (“umutsuzca sevilen”  Kontes Julie için bir bahçe çardağında doğaçlama yaratıldığına inanıp) “Çardak Sonatı” diye adlandırırken, bugünün çok sayıda insanı da, (bir kör kıza “ay ışığını hissettirmek için” onun piyanosunda doğaçlama yaratıldığına inanıp) “Ay Işığı Sonatı” diye adlandırıyor. Sonat aynı, rivayet farklı…  Ancak iki rivayetin de gerçekle hiçbir ilgisi yok. Çünkü öğrencisi Carl Czerny’nin anılarında verdiği bilgiler, söz konusu sonatı kendi evindeki Anto Walter piyanosunda deneyerek yazdığını göstermekte ve eserin başına yazmış olduğu Si deve suonare tutto questo pezzo delicatissimamente e senza sordino (Bu parçanın tamamı son derece hassas bir şekilde ve sönümleyiciler olmadan çalınmalıdır) buyurgusu ile alt dizekteki Semper pianissimo ve senza sordino (Sürekli pianissimo ve sönümleyiciler olmadan) buyurguları, bugünkü gibi ayak pedalları olmayıp pedal mekanizmalarının diz kollarıyla (Kniehebel) aktive edildiği (bugünkülere göre daha küçük ve sesleri, klavsen sesi parlaklığını andıran) o piyanoya daha uygun düşmektedir.

 

Görsel 5 – Beethoven’in söz konusu sonatı yazdığı 1801 yılında sahip olduğu, diz kollu Anton Walter  piyano modeli.

5 – İşin aslını bilenler arasında, “Ay Işığı” adlandırmasının, Alman gazeteci, müzik eleştirmeni ve şair Heinrich Friedrich Ludwig Rellstab (1799-1860) tarafından 1832 yılında (yani Beethoven’in ölümünden 5 yıl sonra) yapılan Lucerne Gölü’ndeki bir tekne gezintisinde, dalgalar üzerinde  kayan Ay ışığı pırıltılarının anılan sonatı çağrıştırdığı” ifadesinden kaynaklandığı görüşü yaygın olmakla birlikte, Wilhelm Lenz’in 1852 Petersburg basımlı Beethoven et ses Trois Styles başlıklı kitabına dayandığı anlaşılan bu yaygın görüşün aksine, Rellstab’ın söz konusu ilişkilendirmeyi, 1824 tarihli “Berliner Allgemeine musikalische Zeitung” gazetesinde (yani Beethoven ölmeden 3 yıl önce) yaptığı ve o ilişkilendirmede “tekne gezintisi” ya da “Lucerne Gölü” vurgusu bulunmadığı görülmektedir.  Rellstab’ın, anılan gazetenin Temmuz-Ağustos sayılarında bölümler hâlinde yayımlanan “Theodor: Eine musikalische Skizze” başlıklı skecinde (s.274), oyun kahramanlarından Theodor ile Benno arasında geçen konuşmalarda, Theodor,   (Beethoven’ın söz konusu eserine atıfta bulunarak)  Göl, Ay’ın alacakaranlık parıltısında dinleniyor; Dalga karanlık kıyıya hafif şekilde çarpıyor; ormanın gölgeli dağları yükselerek kutsal bölgeyi dünyadan ayırıyor; kuğular, selin içindeki hayaletler gibi fısıldayan bir hışırtıyla hareket ediyor ve bir Aeolian arpı, o harabeden gizemli bir şekilde, özlemin ve yalnız aşkın ağıtlarını yankılıyor.” diyor. İşte sözkonusu sonatın yıllar sonra “Ay Işığı Sonatı” olarak adlandırılmasına kaynak olan “Ay ışığı” ilişkilendirmesinin hepsi bundan ibaret…

 

Görsel 6 Theodor, Eine mufikalische-Skizse  (Bir müzikal skeç) Berliner Allgemeine musikalische Zeitung, 11 Ağustos 1824, Nr.32,  s. 274

Ölümünden iki yıl önce Rellstab’la bir araya geldiği de bilinen Beethoven ya da  çevresindekilerin, Berliner Allgemeine musikalische Zeitung’taki bu ifadeden mutlaka haberdar olacağı düşünülerek “Ama söz konusu sonatının ‘Ay Işığı Sonatı’ olarak adlandırılmasına Beethoven’ın da bir itirazı olmamış”  şeklinde düşünmek anlamsız olur. Zira, yukarıda orijinalini de verdiğim replikte, “Ay Işığı Sonatı” gibi bir adlandırma söz konusu olmadığından, o cümlede geçen “Ay’ın pırıltısı” ifadesinin yıllar sonra söz konusu sonatın adı hâline gelebileceğini, Beethoven bir yana, Rellstab’ın kendisi  de düşünmemiştir.

6 – Rellstab’ın şiirsel “Ay’ın pırıltısı” ifadesini çok beğenip söz konusu sonatının tümüne  “Ay Işığı Sonatı”adını takanlar, replikte vurgulanan bir başka unsuru gözden kaçırmış görünüyorlar: O cümlede  “Ay ışığının düştüğü gölde gizemli bir şekilde ağıtlar yankılayan” bir Aiolen Arpı’ndan da söz ediliyor ki, Rellstab’ın sonatla ilişkilendirdiği asıl unsur, Ay’ın göldeki pırıltısından çok,  Aiolen arpının sesi olmalı. Zira, bugünkü araştırmacıların görüşleri, Beethoven’in söz konusu sonatı yazdığı sıralarda, Aeolian Arpına  büyük ilgi gösterdiği ve özellikle söz konusu sonatın birinci bölümündeki karakteristik akor arpejlerinde,  Aeolian Arpının tınılarını  düşünmüş olabileceği yolundadır ve  birinci bölümün hemen başına koyduğu Si deve suonare tutto questo pezzo delicatissimamente e senza sordino (Bu parçanın tamamı son derece hassas bir şekilde ve sönümleyiciler olmadan çalınmalıdır) buyurgusu ve sanki bu yetmezmiş gibi alt dizekte de Semper pianissimo ve senza sordino (Sürekli pianissimo ve sönümleyiciler olmadan) uyarısının yapılmış olması –ki günümüz piyanistleri bugünkü pianoların mekanik ve tınısal özellikleri bakımından bu uyarılara ancak sınırlı bir biçimde uyarlar- uzmanlara göre Beethoven’in söz konusu arpın sesini yansıtma isteğinin de bir ifadesi olarak değerlendirilmektedir.

Sönümleyicileri devre dışı bırakmak için sağ pedala sürekli basmak, bugünün piyanolarında uyumsuz bir takım efektlerle neden olduğundan,  Beethoven’ın o tarihte kullandığı Walter piyano ve klavsenleri esas alarak yazdığı bu buyurgulara, günümüz piyanistleri biraz temkinli yaklaşmaktadır.

7 –  Beethoven hayattayken ortaya çıkan “Çardak Sonatı”  adlandırması ve ölümünden sonra ortaya çıkan “Ay Işığı Sonatı” adlandırmasıyla ilgili hikayeler, aynı eserin doğuşunu çok farklı ortam ve etkenlere bağlamaktaysa da  aralarındaki ortak yan: her ikisinde de “sonatın tümüymüş gibi” gibi söz edilen birinci bölümünün, piyano başında “doğaçlama yaratıldığı” vurgusudur.

Doğaçlama yöntemiyle eser üretme müzik tarihinin her döneminde yapılan ve özellikle o dönemlerde çok yaygın bir gelenek olmakla birlikte, Beethoven’ın söz konusu sonatı gibi büyük eserler, çalgı başına bir oturuşta “döktürülüveren” parçalar gibi olmadığından, yazılışları günler, haftalar ve hatta aylar da sürebilir ve sanılanın aksine, çalgı üzerinde “doğaçlayarak” değil, kâğıt üzerinde “tasarlayarak” oluşturulurlar. Senfoni, Konçerto vb. daha büyük eserlerin yazılıp tamamlanmasında ise genellikle yıllardan söz edilir. Beethoven gibi, en güzele ulaşıncaya kadar yazdığı her bir cümleyi defalarca değiştirmekten çekinmeyişiyle ünlü, bu yüzden de orijinal el yazmaları, karalamalar ve silgi delikleriyle dolu bir bestecinin, böylesine büyük eserleri, piyano başına (üstelik de kör kız hikayesinde “akordunun bozuk olduğu” da vurgulanan bir piyano başına) geçerek doğaçlama yaratacağını  sanmak,  o eserlerin, günler, haftalar, aylar ya da  yıllar süren uğraşlarla ilmik ilmik dokunduğundan bîhaber olmak demektir.

Kör kız hikayesinde, (sonatı kızın piyanosunda doğaçlama yarattıktan sonra)  yanındaki arkadaşına “bunu unutmadan notaya alabilmem için hemen eve dönmemiz gerek” deyip acele eve seğirten Beethoven algısı ise, tümden komik.  Bu komik algının gerçek olabileceğini sananlar, bestecilerin koskoca bir sonatı, bilgisayar önbelliği gibi akıllarına kaydedip tek bir notasını değiştirmeden eve taşıyabileceğini mi sanıyorlar? Diyelim ki Beethoven da (tıpkı Mozart’ın, Allegri’nin 13-14 dakika süren muhteşem eseri Miserere Mei’i belleğine alıp tek nota hatası yapmadan kağıda aktarması gibi) kör kıza doğaçlama çaldığı rivayet olunan sonatı olduğu gibi eve taşımayı başardı. O zaman onun kıza betimlediği “Ay ışığını” bizim de duyabilmemiz için, evde tek bir notasını bile değiştirmemiş olması gerekmez miydi?  Oysa Beethoven’ın orijinal el yazması partiturundan aldığım aşağıdaki sayfalara bakıldığında, evde epey değişikliğe uğramış (!) görünüyor…  Sonat’ın 1802 yılında yapılan ilk baskı ve daha sonraki baskılar da bu değiştirilmiş partiturdan yapıldığına göre, bugün bizim “Ay ışığı” diye dinlediğimiz şey,  uydurma hikaye de kıza doğaçlama çalınan “Ay ışığı” betimlemesinden epeyce farklı demektir.  Beethoven tüm bu değişiklikleri, eseri daha güzel hâle getirmek için yapmış olacağına göre, hikayede kör kıza çaldığı rivayet olunan Ay Işığı sonatı nasıl bir şeydi acaba? Kızcağız birazcık kadre uğramış görünüyor (!)

Bu uydurma hikaye bir yana bırakılacak olursa, besteciler dışarıda akıllarına gelen müziksel fikirleri evlerine elbette taşırlar ve bir çok eser böyle yaratılır ama eve taşınan sadece fikir olup onun biçimlenmesi ve son şeklinin verilmesi kağıt üzerinde gerçekleşir. 

Ne olur, sanat eserlerini bu kadar hafife almayalım. Yüzyıllara meydan okuyan o muhteşem eserler, çalgı başında doğaçlama döktürülüverilen parçalar gibi değildir. Doğaçlama orada da çok büyük rol oynar ama yalnızca “taslak” anlamında… Ondan sonra işçilik başlar ve eser ilk tasarlanandan çok farklı boyutlara ulaşır. Hatta, besteleme konsantrasyonu içinde coşkun sular gibi akıp gelen yeni fikirlerden dolayı, ilham kaynağı olan fikirden çok farklı boyutlara da evrilebilir.

Kör kızın piyanosunda doğaçlama “döktürülüverdiği” sanılan o muhteşem sonatın nasıl bir arayış ve uğraşla yazıldığını daha iyi anlayabilmek için Beethoven’in el yazısı olan orijinal partiturun yalnızca iki sayfasına bakmak bile sanırım yeterli olur:

 

Görsel 7a  Söz konusu bölümün Beethoven el yazması orijinal partituru 2. sayfa.

 

Görsel 7b  Söz konusu bölümün Beethoven el yazması orijinal partituru 6. sayfa. https://imslp.org/wiki/Piano_Sonata_No.14,_Op.27_No.2_(Beethoven,_Ludwig_van)

6 – Söz konusu sonatın, bugün  “Ay Işığı Sonatı” olarak adlandırılması komik çelişkiler de içeriyor. Beethoven’ın ölümünden sonra  ortaya çıkan “Ay ışığı” ilişkilendirmesi, o sonatın yalnızca “Adagio sostenuto” başlıklı birinci bölümü için yapılmış olduğu hâlde, bugün sonatın tamamı “Ay Işığı Sonatı” olarak adlandırılıyor… Hadi  Adagio tempodaki ilk bölümün o dingin karakteri , sonradan uydurulan “Ay ışığı” ilişkilendirmesiyle  örtüştü diyelim; birinci bölüme kesintisiz bağlanan “Allegretto” tempodaki 2. bölüm ve özellikle “Presto agitato” buyurgusuyla başlayan 3. bölüm ne olacak? Özellikle 3. bölümde dörtnala koşan atlar gibi ardı ardına gelen arpejlerde,  Ay Efendi (!) taarruza mı geçmiş oluyor?

Görsel 8a Söz konusu sonatın “Ay ışığı “takma adıyla anılan 1. Bölüm başlangıcı. (Edition Peters)

 

Görsel 8b Söz konusu sonatın birinci bölümünden kesintisiz olarak bağlanılan 2. Bölüm başlangıcı. (Edition Peters))

 

Görsel 8c Söz konusu sonatın 3. Bölüm başlangıcı.  (Edition Peters)

Bugün Beethoven hayatta olsa ve ona “Siz Ay ışığı Sonatınızda neyi betimlediniz?” diye sorulsa  “Ay Işığı Sonatı mı? O da ne, ben öyle bir sonat yazmadım” diyeceği kesinken, bugün biz (kitaplarda, dergilerde ve özellikle sosyal medyada pompalanan) uydurma hikâyeler yüzünden gerçekle hiçbir alakası olmayan eser ve besteci algıları yaratıyoruz. Ne için, müziği sevdirmek için mi?  O eşsiz sanat eserlerinin,  anlaşılıp sevilebilmesi için sırtlarına  yapıştırılmış bu tür uydurma  hikayelere ya da takma adlara ihtiyacı mı var?

Uluslararası sanat müziğindeki bir çok esere yapıştırılan bu tür hikayeler, ne yazık ki en çok da, dünyanın her tarafındaki bazı müzik öğretmenleri tarafından uyduruluyor. “Öğrencilerin zevkle ve dikkatle dinlemelerini  sağlar” düşüncesiyle,  bu tür hikayeleri topluyor, uygun bir hikaye bulamadıkları zaman da oturup kendileri uyduruyorlar…  

“Müzik Neyi Anlatır” başlıklı kitabında Sidney Finkelstein’ın da belirttiği gibi, müzik bir dildir ve kendine özgü kodlarla,  acıyı, sevinci, mutluluğu, coşkuyu, heyecanı, korkuyu, şakayı, öfkeyi ve hatta doğa olaylarını bile, tüm insanların hissedebileceği biçimde anlatır ama SOYUTLAYARAK…   Örneğin yeri gelir “ağıt” olur ama biz o eserde (yoz piyasa müziklerinde yapıldığı gibi) fonda hıçkıran insan sesi duymayız.  Ağıt notalarda ve onların seslendiriliş biçimindedir… Her türlü duygu soyutlanarak anlatıldığı için diller üstüdür, uluslararasıdır. Böyle bir dili, hikayeler  uydurarak somut olaylara bağlamak, soyutlaşabildiği oranda yücelen bir sanatı eteklerinden tutup yalanlar çamuruna batırmaktan başka bir şey değildir.

Evet uluslararası müzik repertuvarında Vivaldi Mevsimler; Mussorgski Bir Sergiden Tablolar; Saint-Saëns Hayvanlar Karnavalı gibi programlı (betimlemeli)  eserler de vardır ve örneğin Vivaldi’nin 4 mevsimi betimleyen ölümsüz eserinde, “Guguk Kuşu”, “Saka Kuşu”, “Kumru”, “Fırtınalı Hava”,  “Sinekler ve Vızıltıları” gibi (müzikle betimlemesi göreceli olarak daha kolay olabilecek)  temalardan, “Sıcağın neden olduğu yorgunluk”, “Gün doğusundan  esen hafif tatlı rüzgar”, “Genç çiftçinin yakınması”, “Soğuktan dişlerin birbirine vurması” ve hatta “Uyuyan keçi çobanı ve onun sadık köpeği” gibi (müzikle betimlenebilmesi “olanaksız” sayılabilecek) temalara kadar, programlanmış olan her tema akıllara durgunluk verecek bir başarıyla betimlenmiştir. Öğrencilere müziği sevdirmede, bu gibi programlı  müziklerden elbette yararlanılabilir ve yararlanmalıdır da ama her eseri bir hikayeye dayandırma düşüncesiyle hikayeler uydurmaya ya da başkalarınca uydurulmuş hikayeleri o eşsiz eserlere yapıştırmaya kalkışmak, hikayeleri müziğin önüne geçirip o güzelim eserleri, uydurulan hikayeye fon yapmaktan öte bir anlam taşımaz.

İşi dramatize etme eğilimi öylesine baskın olmalı ki, tıpkı eserler için uydurulanlar gibi, besteciler için uydurulmuş hikayeler de baş tacı ediliyor. Örneğin Beethoven’ın en çok “sağırlığı” vurgulanır ve 1800 yıllarına doğru başlayıp ömrünün son yıllarında tamamen duyamaz olmasıyla sonuçlanan sağırlığına rağmen eser besteliyebilmiş olması, bir “mucize” gibi gösterilir ve “en güzel eserlerini sağır olduktan sonra yazdı” denerek olgunluk döneminin getirdiği ustalık ve gelişmeler de, “sağırlığının bir mucizesi” gibi gösterilir. Oysa mutlak işitme (Absolutes Gehör) yeteneğine sahip olup ses yüksekliklerini herhangi bir karşılaştırma tonuna gerek duymadan bulan besteciler, bir çalgı üzerinde “tıngırdatarak” değil, kağıt üzerinde tasarlayarak beste yaparlar ve her şeyi iç duyma yoluyla tasarladıkları için, Mozart’ın sağır olmadan yazması ile Beethoven’ın sağır olduktan sonra yazması arasında abartılacak bir fark kalmaz. O fark, göreceli işitme (Relatives Gehör)  yeteneğine sahip olan, dolayısıyla da ses yüksekliklerini, herhangi bir karşılaştırma tonu ya da melodik veya armonik aralık ilşkisinden yararlanarak bulabilen daha alt düzeydeki besteciler için söz konusudur, dehalar için değil…

Bugün, (Vatikan Kütüphanesi gibi çok özel kütüpaneler de dahil olmak üzere)  dünyanın her yerindeki kütüphaneye online olarak  bağlanıp istediğimiz kitaba, dergiye, el yazması esere ya da notaya bir tıkla ulaşabilen bizler,  eskiden kitaplarda, dergilerde okuduğumuz ya da radyo müzik programlarında dinlediklerimizle yetinmek zorunda kaldığımız için, derslerimde anlattığım bu gibi hikayelerden bir kaç tanesinin şehir efsanesi olduğunu ancak bugünkü araştırmalarımla görebiliyorum. DOĞRU ZANNEDEREK ANLATTIĞIM AMA GERÇEKLE  HİÇ BİR İLGİLERİNİN  BULUNMADIĞINI GÖRDÜĞÜM O HİKAYELER İÇİN (BUGÜN ÇOĞU MESLEKTAŞIM OLAN) SEVGİLİ ÖĞRENCİLERİMDEN ÖZÜR DİLERİM. KİMDEN VE NERDEN GELİRSE GELSİN, BU TÜR HİKAYELERE ÇOK TEMKİNLİ YAKLAŞIP GERÇEKLİK DERECESİNİ İYİCE ARAŞTIRMADAN ASLA PAYLAŞMASINLAR!

NOT: Bir müziksel esere “Ay ışığı” adı verilmiş olması, (bırakın başkaları tarafından uydurulmuş olmasını, bestecisinin bizzat kendisi tarafından verilmiş olsa bile) o güne kadar Ay ışığını hiç görmemiş bir insana, onun nasıl bir şey olduğunu eğer anlatabilecekse (!), adı başkaları tarafından uydurulmuş olan Beethoven Ay Işığını değil, bestecisinin bizzat kendisi tarafından konulmuş olan Debussy Ay Işığını önerebilmek isterdim… ama yine öneremiyorum, çünkü o eser de “Ay Işığını” olsa olsa, onun nasıl bir şey olduğunu bilen insana anlatabilir… Zira o insan, zaten belleğinde olan Ay ışığı görüntülerini duyduğu seslerle birleştirip kendince bir bağlantı kurabilir ama “Ay ışığı” bir tarafa,  belki “ışığı” bile hiç  görmemiş bir insanın öyle bir içsel görüntüyü oluşturabileceğini düşünmek, olsa olsa görenlerin kuruntusu olabilir…

Görmeyenleri bırakıp kendimiz üzerinden sorgulayalım. Siz,  Debussy “Ay Işığını” dinlerken Ay’ı ya da ışığını hissedebiliyor musunuz? Cevabınız “evet”  ise hayal dünyanız oldukça zengin (!) demektir… Çünkü bugün dünyanın en sevilen eserlerinden biri olan o eser de, bağımsız bir eser olmayıp  Prelüd, Menuet, Clair de lune ve  Passepied olmak üzere 4 bölümden oluşan  Bergamask Süiti’nin (Suite bergamasque3. bölümüdür ve Debussy, o eseri, 1890’da (28 yaşındayken) yazmaya başlayıp 1905’te (43 yaşında) revize ettikten sonra yayımladı. Ve… 1905’teki revizyon sırasında Clair de lune (Ay ışığı) olarak değiştirdiği 3. bölümün adı, o tarihe kadar Promenade Sentimentale (Duygusal Yürüyüş) idi. Bu durumda,  1890’ dan 1905’e kadar 15 yıl boyunca, Promenade Sentimentale adıyla “küçük adımları” anlatan o bölüm, 1905’te yapılan baskı sırasında Clair de lune adı verilince Ay ışığını mı anlatmaya  başladı?

Eserlerin (birçoğu başkalarınca uydurulmuş olan) adlarına ya da hikayelerine değil,  içerdikleri müziğe odaklanılmalıdır; çünkü

MÜZİK DİLİ,  GÜNLÜK DİLLE ANLATILABİLENLERİN  BİTTİĞİ YERDEN BAŞLAR…