Adnan Atalay
-
31 Temmuz 1750’de, eski Johanniskirche (St. John Kilisesi) avlusunda toprağa verilen J. S. Bach’ın mezar yeri nasıl unutulup kayboldu?
-
Yıllar sonra Bach’ın mezarını bulabilmek için yapılan kazılarda 22 Ekim 1894 Pazartesi günü öğleden sonra bulunan meşe tabut içindeki erkek iskeletin J. S. Bach’a ait olduğuna nasıl karar verildi?
-
Johanniskirche avlusundan çıkarılan iskelet, Thomaskirche’de ( Thomas Kilisesi) bulunan bugünkü J. S. Bach mezarına konuluncaya kadar hangi süreçler yaşandı?
-
Bugün Thomaskirche’deki Bach Mezarında bulunan iskelet gerçekten J. S. Bach’a mı ait? Bilim insanları, müzikologlar ve Kilise ne düşünüyor?
-
Aynı mezardan çıkan ve eşi Anna Magdalena’ya ait olduğu düşünülen ikinci tabut içindeki kadın iskeleti ne oldu?
Aşağıdaki araştırma yazısında, konuya ilişkin yüzlerce kaynağı tarayarak tüm bu soruların yanıtlarını bulmaya çalıştım. Yaklaşık iki yüzyıldan beri yapılan onca araştırma ve incelemeye rağmen birçoğu yanıtsız kalmış sorular elbette yanıtlanamıyor ama böyle bir konuyu yalnızca araştırmanın bile çok önemli bilgiler kazandıracağı düşüncesindeyim. Önemli eksikler ve belki yanlışlar da içerme olasılığı bulunan bu derleme çalışması sırasında, ben şahsen daha önce bilmediğim çok şey öğrendim. Okuyucuların konuya ilişkin bilgilerine de katkıda bulunabilmesi ve yaklaşık üç yüzyıllık bir geçmişin izlerinde düşündürücü gezintiler dileğiyle…
Dünyanın en büyük bestecisine bir mezar taşı bile nasip olmamıştı ve…
1748’de başlayan görme kaybı, ardı ardına geçirdiği başarısız iki göz ameliyatı, şeker hastalığı ve son günlerinde gelen felç yüzünden sağlığı bir hayli bozulup ömrünün son günlerini yatakta geçirmek zorunda kalan Bach, (oğlu Carl Philipp Emanuel Bach, Johann Friedrich Agricola, Lorenz Christoph Mizler und Georg Venzky tarafından hazırlanan ölüm ilanında verilen bilgilere göre) 28 Temmuz 1750 akşamı saat 21.15’te hayatını kaybetti.
31 Temmuz 1750’de yapılan kalabalık bir veda töreninin ardından, Johanniskirche avlusundaki mezarlıkta toprağa verildi
Johanniskirche güney kapısı yakınında toprağa verilen Bach için mezar taşı ya da anı plaketi konulmadığından, önceleri her 28 Temmuzda anma törenleri düzenlenen mezar yeri, bir süre sonra unutulup bilinemez oldu. Bu yüzden, Bach’ın mezarını ziyaret etmek isteyen Robert Schumann, Neue Zeitung für Musik’teki “Monument für Beethoven” (Beethoven Anıtı) başlıklı makalesinde (1836) “Bir akşam, büyük bir adamın dinlenme yerini ziyaret etmek için Leipzig Kilisesi’nin avlusuna gittiğini, saatlerce her yeri aramasına karşın ‘J. S. Bach’(diye bir mezar) bulamadığını, mezar kazıcısına sorduğunda adamın belirsizce başını sallayıp ‘Burada Bach çok’ dediğini” yazmıştır.
Nitekim, Alman ressam Heinrich Heinlein de, 1844’de Leipzig’de yayınlanan ve oradaki eski /yeni anıtlar üzerindeki tüm yazıtların tam koleksiyonu içeren “Der Friedhof zu Leipzig” (Leipzig Mezarlığı) başlıklı kitabında (s.202) “… J. S. Bach’ın(…) mezarının tespit edilmesi mümkün olmadı çünkü kaydedildiği yerdeki ölüm kayıtları zamanla hasar görmüş ve okunamaz hale gelmişti.” demiştir.
Aynı şekilde Johann Friedrich Rochlitz de, editörü olduğu Allgemeine musikalische Zeitung’un (Genel Müzik Gazetesi) 12 Mart 1800 tarih 24. numaralı sayısında yayımlanan makalesinde, “Johann Sebastian Bach’ın Leipzig’deki dinlenme yerini ya da onun anısı olması gereken herhangi bir şeyi araştırmanın boşuna oluşundan” yakınmıştır.
1894’teki aramalarda bulunan meşe tabut ve içindeki iskelet
“Milletler Savaşı” (Völkerschlacht bei Leipzig) ya da “Leipzig Savaşı” (Schlacht von Leipzig) olarak adlandırılan 1813 savaşları sırasında ve sonrasında (1814 yılına kadar) hastane olarak hizmet verip ağır hasar alan kilise, 1894-1897 yılları arasında (kule hariç) yıkılmıştı. Bu nedenle eski nefin yerine Hugo Licht’in planlarına göre neo-barok tarzda yeni bir bina inşa edilmesine ve çok eskiden beri Leipzig şehir mezarlığı olarak kullanıldığı için artık tamamen dolmuş olan Johannisfriedhof’un genişletilmesi kararı verildi. (Daha önceki bazı mezar yerlerinin bulunamayışında, savaş hasarlarının, savaşta ölen askerler için açılan toplu mezarların, şehrin tek mezarlığı haline gelen Johannisfriedhof’daki sistematik genişletmelerin ve 1850 yılında yapılan park düzenlemelerinin de payı olabilir.)
Yeni bir Johanniskirche inşa etme kararının hemen arifesinde, Nikolaikirche (St. Nikolai Kilisesi) papazı Friedrich Georg Tranzschel, Bach’ın mezarını aramak için bunu fırsat olarak kullandı. O dönemdeki yaygın söylentiye göre, “Bach’ın mezarı kilisenin güney kapısına altı adım uzaklıktaydı” Bach’ın mezarını arayabilmek için kilisenin güney tarafında, zeminin 2,5 m. derinliğe kadar kazılması Leipzig Kent Konseyince onaylandı. 22 Ekim 1894 Pazartesi günü öğleden sonra nefin güney duvarı yıkılırken mezar kazıcılar, içinde yaşlı bir erkek iskeleti bulunan ve Bach’a ait olduğu tahmin edilen meşe tabutu buldular. (Bach’ın mezar yeri ile ilgili kayıtların eksik ya da hasarlı oluşuna karşın meşe bir tabut içinde gömüldüğünün kaydı vardı.)
Anatomi profesörü Wilhelm His’in incelemeleri
Aramalara katılan Prof. Wilhelm His (1831-1904), meşe tabuttan çıkan ve yaklaşık 65 yaşlarında görünen erkek iskeletini (özellikle kafatasına yoğunlaşarak) inceleyip heykeltıraş Carl Seffner’le (1861-1932) birlikte yüzünü yeniden yapılandırdı. Yeniden yapılandırılan yüz, Bach’ın 1746 yılında Elias Gottlob Haussmann tarafından yapılan ve model olarak oturduğu hayatta kalan tek tablo olduğu söylenen yağlı boya portresini andırıyordu. Örneğin incelenen kafatasında ve yeniden yapılandırılmış biçiminde alt kesici dişlerin üsttekilerden daha önde görünmesi (Unterbiss/prognatizm) ve kafatasının genel biçimi, Hausmann tarafından yapılmış portredeki alt çene /alt dudak ve kafatası görünüşüyle örtüşüyordu. O günün teknolojisiyle yapılabilmiş çok daha başka ayrıntılı bir dizi incelemeden sonra, kemiklerin Bach’a ait olduğu görüşüne varıldı.
Leipzig Kent Konseyi, 8 Mart 1895’te, meşe tabut içindeki iskeletin J. S. Bach’a ait olma olasılığının yüksek olduğunu açıkladı. Ayrıca, Bach’ın “Kilisenin güney tarafındaki kapının altı adım ilerisine gömüldüğü” yolundaki yaygın söylenti, 1750 yılında Leipzig’de ölen 1.400 kişiden yalnızca on ikisinin meşe tabut içinde gömülmüş olması, bölgede bulunan üç meşe tabuttan yalnızca birinde 65 yaşlarında olduğu tahmin edilen bir erkek iskeleti bulunması, bulunan meşe tabutun üzerine çamdan bir tabutla defnedilmiş yaşlı kadın iskeletinin, Bach’ın ikinci eşi Anna Magdalena’ya (1701-1760) ait olma olasılığı ve mezarda bulunan bir yüzükten dolayı, aramaya katılanlar, J. S. Bach ve Anna Magdalena Bach’ın mezarını buldukları görüşünde birleştiler.
Bach’a ait olduğu düşünülen kemiklerin yeniden defni
Bach’a ait olduğu kabul edilen kemikler ve aynı kazı sırasında çıkarılmış olan şair/filozof Christian Fürchtegott Gellert’in kemikleri, 16 Temmuz 1900’de, Fransız kum-kireç taşından yapılmış lahitler içinde, Johanniskirche nefinin altında özel olarak oluşturulmuş mezar odasına (Krypta) törenle konuldu ve o andan itibaren Yeni Johanniskirche Bach ve Gellert hayranlarının ziyaret yeri hâline geldi.
17 Temmuz 2000 tarihli Hamburger Abendblatt gazetesinde yayımlanan “Tach, ich bring’ den Bach” başlıklı yazısında Matthıas Gretzschel, “Bu ikinci mezar alanı, müzik tarihçisi Linus Birchler’in 1962’de ‘Neue Zürcher Zeitung’da tanımladığı gibi görünüyordu” diyerek Birchler’in o yazısından şu alıntıyı veriyor: “Kutsal yerden… ilginç bir lambayla aydınlatılan mezarlığa götürülüyordu. Ziyaretçi, mezarın içinde birbirinin aynısı olan iki lahit karşısında şaşkınlıkla kalıyordu. Sağda Bach, diğer lahitte Gellert yatıyordu. Sol lahitte ‘Christian Fürchtegott Gellert 1715-1769’ yazıyordu ve kutsal odada bulunan küçük bir yazıdan Gellert’in erkek kardeşi, kıdemli posta komiseri Friedrich Lebrecht Gellert’in de aynı mermer tabuta gömüldüğü öğrenildi.(…) Bach’ın tabutunun üzerinde ve yanında çok sayıda kartvizit vardı: “Çince ve Japonca karakterler içeren bir sürü isim, İsveç ve Güney Amerika’dan gelen isimler de dâhil olmak üzere Alman olmayan birçok isim dikkat çekiciydi…” (https://www.abendblatt.de/archiv/2000/article204352455/Tach-ich-bring-den-Bach.html )
Bach’a ait olduğu düşünülen kemiklerin Thomaskirche’ye nakli
Bach-Gellert lahitlerinin bulunduğu mezar odası, 4 Aralık 1943’te Leipzig’e yapılan ağır bombalı saldırıda yanan yeni kilisenin enkazı altında kalmıştı. Şehir yönetimi 19 Şubat 1949’da nefin kalıntılarını yıktırıp molozlarını kaldırttığında, betonarme bir tavanla koruma altına alınmış olan mezar odasındaki lahitlerin hasarsız olduğu görüldü. (Bach’a ait olan lahitte biraz hasar olmasına karşın, içindeki kemikleri etkileyecek boyutta değildi.)
Belediye Meclisinin 21 Haziran 1949 tarihli kararı uyarınca Gellert’e ait kalıntıların Paulinerkirche’ye (Pauline Kilisesi), Bach’a ait olduğu kabul edilen kalıntıların ise Thomaskirche’ye nakledilmesi planlandı.
İlgili kaynaklarda sıkça, Bach’ın, Johanniskirche enkazından çıkarılan kemiklerinin, 28 Temmuz 1949 öğle vaktinde, duvar ustası Malecki ve bir yardımcısı tarafından elle çekilen iki tekerlekli bir tahta arabadaki kutu içinde, Augustusplatz, Grimmaische Straße ve çarşıdan geçirilip hiç kimse farkına varmadan Thomaskirche’ye getirildiği ve Malecki’nin, kilisenin kapısının açan zangoça ”Tach, ich bring’ den Bach” (“Selam, Bach’ı getiriyorum”) dediği nakledilir.
Başlangıçta geçici olarak Thomaskirche’nin kutsal emanetlerin saklandığı kuzey bölümünde koruma altına alınan kemikler, Bach’ın 200. ölüm yıldönümü olan 28 Temmuz 1950’de koroya (Chorraum) taşındı. Kilisedeki 1961-1964 tadilatları sırasında bazı düzenlemeler yapılan mezar yeri, koro alanına çıkan üç basamaklı merdivenin hemen çıkışında, üzerinde yalnızca JOHANN SEBASTIAN BACH yazan sade bir bronz kapağın altında bulunmaktadır.
Aşağıdaki video, (kamera açısının biraz hızlı değiştirilmiş olmasından kaynaklanan görüntü bozukluklarına rağmen) Thomas Kilise ve J. S. Bach’ın mezarı hakkında daha ayrıntılı fikir verebilir:
Video: https://www.youtube.com/watch?v=XF5bKcZ2LAM
Thomaskirche Bach Anıtı denilince akla gelen 1908 yılında açılan yukarıdaki anıt olsa da, aslında Thomaskirche’deki ilk Bach anıtı, kilisenin güney batısında, (Dittrichring’deki yeşil alanda bulunan) 1843 tarihli anıttır. Bu yüzden, aralarında kuş uçuşu 90 m. kadar uzaklık bulunan iki anıttan 1843 tarihli olanı “Altes Bach-Denkmal” (Eski Bach Anıtı) 1908 tarihli olanı ise “Neues Bach-Denkmal”(Yeni Bach Anıtı) olarak adlandırılır.
Johanniskirche’den ve Johanniskirche’deki Bach mezarından kalan son izler
4 Aralık 1943 Cumartesi günü sabaha karşı, fosfor ve yangın bombaları atan 400’e yakın uçakla, üç dalga hâlinde yapılan ve Lepzig’in birçok semtini alevler altında bırakan ağır bombardımanda yanıp kulesi dışında neredeyse tamamı enkaz hâline gelen Johannsikirche’den, geriye, yalnızca kulesi kalmıştı. O kulenin de 9 Mayıs 1963’de patlatılarak yok edilmesi sonucu, günümüzde“Die verlorene Kirche von Leipzig“ (Leipzig’in kayıp kilisesi) olarak anılan 6 yüzyıllık St. John Kilisesi, taşıdığı tüm izlerle birlikte tarihe karıştı.
Johanniskirche kulesinin 1963 yılında patlatılarak yıkılışını aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz.
Video: https://www.youtube.com/watch?v=Hav5kMjDegM
14. yüzyıldan 20. yüzyılın ortalarına kadar süren altı yüzyıllık bir tarihsel yapının hiç değilse kulesini ayakta tutabilmek amacıyla bazı restorasyon projeleri hazırlanmış ve hatta 1956’da halkın bağışlarıyla kısmî bazı onarımlar yapılmışsa da, o dönemde yönetimde bulunanlar tarafından “Hohler Zahn“ (İçi boş diş) olarak nitelenip “gereksiz“ görülen kule, 9 Mayıs 1963 yılında patlatılarak tamamen kaldırılmış ve tarihi Johannisplatz Grassi Museum’un (Grassi Müzesi) önünde yeşil bir alan olarak kalmıştır.
Johanniskirche’den geriye kalan tek yapı olan kulenin de ortadan kaldırılmasıyla, Prager ve Dresdner Caddelerinin oluşturduğu üçgen içinde yeşil bir alan olarak kalan kilise alanı, uzun bir süre sonra yeni bir kazı çalışmasına sahne oldu ve Johannisturm Derneği (Johanniskirchturm e.V.) üyelerinin girişimiyle 2014 Kasımından başlayan deneme kazıları sonucu 16 Aralık 2014’te, Bach ve Gellert lahitlerinin bulunduğu mezar odası yeniden ortaya çıkarıldı.
Mezar odası duvarlarının ne durumda olduğunu anlayıp yıkımdan nelerin kurtulduğunu görmek ve Leipzig’de yeni bir turistik ilgi odağı oluşturmak amacıyla yapılan kazı sonunda, duvarların iyi durumda olduğu, yerdeki lahit izlerinden duvarlardaki altın kaplama yazılar ve sembollere kadar birçok şeyin bozulmamış olduğu görüldü. Öyle ki, J.S. Bach’ın eserlerinin sonunda, “o eserin, seslendirenleri ya da besteci olarak kendisini yüceltmek için değil Tanrıyı yüceltmek için yazıldığını, yüceliğin yalnızca Tanrıda olduğunu” belirtmek amacıyla imza gibi kullandığı SDG kısaltılarının açılımı olan Soli Deo Gloria (Yücelik yalnız Tanrı’ya aittir) yazısı ve bazı sembolik süslemeler bile bozulmadan kalmıştı.
S. Bach’tan S(oli) D(eo) G(loria) kısaltısyla biten bir eser örneği: J. S. Bach Kantat: Liebster Jesu, mein Verlangen, BWV 32, (yaklaşık 1720)
Not: Eserleri Latince Soli Deo Gloria sözcükleriyle ya da SDG kısaltısıyla bitirme geleneği, yalnızca J. S. Bach’a özgü bir durum olmayıp J. S. Bach’ın çağdaşları olan Georg Friedrich Händel ve Christoph Graupner gibi başka besteciler tarafından da uygulanmıştır.
Johannisturm Derneği üyeleri, eskiden bir hac yeri gibi ziyaretçi akınına uğrayan ve talep yoğunluğundan dolayı zaman zaman kapıları kapatılmak zorunda kalan mezar odasının, bir anı yeri olarak şu ya da bu biçimde yeniden canlandırılması konusunda çeşitli projeler getirseler de, Grassi Museum’un (Grassi Müzesi) Johannisplatz’a doğru genişleme tasarımları ve şehir planlamacıların konuya ilişkin henüz belirli bir karara varmamış olmaları nedeniyle, açılan mezar odası, donmaya karşı jeotekstillerle kaplandıktan sonra toprakla doldurulup yeniden çimlendirildi.
Johanniskirche, içinde mezarlık ve hastanenin de yer aldığı, Prager ve Dresdner Caddeleri arasında kalan üçgen biçimindeki alanın uç kısmındaydı. Alanın ve kilisenin 1943 bombardımanından önceki görünüşü, Johannistplatzta bulunan Görsel 23a anı plaketi ve Görsel 23b1-b2’de olduğu gibiydi.
Johanniskirche’nin önünde görülen, reformasyon anıtı Eski Johanniskirche döneminden kalma en önemli sanat eserlerinden biri olarak Luther’in 400. doğum günü olan 10 Kasım 1883’te açılmıştı. (3 metre yüksekliğinde kaidesi üzerinde Martin Luther ile Philipp Melanchthon’ın heykelleri bulunan anıtın toplam yüksekliği 6 metreye ulaşıyordu)
1942 yılında “Lider İçin Metal Bağışı” (Metallspende für den Führer /Metallspende des deutschen Volkes) kapsamında sökülerek eritilmesine karar verilen anıt, silah yapımında kullanılmak üzere Nasyonal Sosyalitler tarafından sökülüp eritildi. Böylece Johanniskirche’ye ilişkin en önemli izlerden biri de silah sanayiine kurban edilip silindi…
Prager ve Dresdner Caddeleri arasında kalan üçgen biçimindeki alanın uç kısmında yer alan kilisenin ve anıtın yıkılıp kaldırılmasıyla söz konusu alan günümüzde aşağıdaki (kırmızı okla işaretli) görünüşü almıştır.
Günümüzde çimler ve kiraz ağaçlarıyla kaplı olan kilise alanına, (Johanneskirchturm e.V.) destek derneğinin girişimiyle eski Bach mezarının ana hatlarını işaretlemek amacıyla bir dikdörtgen ve bir daire yapıldı.
Çim alan üzerindeki bronz kaplanmış daire, Bach’ın 1750 yılında gömüldüğü (dolayısıyla 22 Ekim 1894’te mezarının bulunduğu) yeri göstermektedir. İşaret olarak, çok güçlü bir metafor olan daire biçiminin seçilmiş olmasıyla, sonsuzluğun yanı sıra, sınırların kesin olmadığı da vurgulanmaktadır. Dış çapı 2,5 m., kalınlığı 15 cm. olan bu dairenin 10 m. uzağındaki dikdörtgen işareti ise, 16 Temmuz 1900’den 19 Şubat 1949’a kadar olan 49 yıl boyunca Bach-Gellert lahitlerinin bulunduğu mezar odasının yerini ve ölçülerini göstermektedir.
1963 yılında havaya uçurulan Barok kilise kulesini hatırlatmak amacıyla 4 Aralık 2013’te eskiden bulunduğu yere dikilen “ZUR ERİNNERUNG” (Hatırlatma için) yazılı ağaç haç.
Eskiden Johanniskirche’nin bulunduğu (bugünkü Grassi Müzesinin önünde kalan) çimlendirilmiş alanın bugünkü görünüşü
Alanın tarihi ile yerleştirilen daire ve diktörtgen işaretlerini açıklayabilmek için de, 2016 yılında yeşil alanı çevreleyen taş duvarın üzerindeki belirli yerlere Johanniskirche, Johannis Hastanesi, Johannis Mezarlığı ve Bach-Gellert’in mezarları hakkında tarihi bilgilerin yer aldığı bronz anı plaketleri yerleştirilmiştir.
Bach ve Geller’le ilgili anı plaketlerinin üzerlerindeki Almanca açıklamalar ve Türkçe karşılıkları aşağıda görüldüğü gibidir:
Görsel 25b’deki açıklamalar:
Kreis markiert die historische Grabstätte von Johann Sebastian Bach / (1685 bis 1750). Das in Vergessenheit geratene Grab wurde 1894 wenige / Meter südlich der alten Johanniskirche gefunden. Der Anatom Wilhelm His / und der Bildhauer Carl Seffner konnten die Gebeine als die Bachs / identifizieren. Seffner gelang hierbei die Rekonstruktion der markanten / Gesichtszüge des Thomaskantors. Vermutlich an gleicher Stelle wurde/ auch Bachs Ehefrau Anna Magdalena (1701 – 1760) beigesetzt.
Türkçesi:
Daire, Johann Sebastian Bach’ın (1685 – 1750) tarihi mezarlığını işaret ediyor. Unutulan mezar 1894 yılında eski Johanniskirche’nin birkaç metre güneyinde bulundu. Anatomist Wilhelm His ve heykeltıraş Carl Seffner, kemiklerin Bach/’a ait olduğunu tespit edebildiler. Seffner, Thomaskantor’un ayırt edici yüz özelliklerini yeniden oluşturmayı başardı. Bach’ın eşi Anna Magdalena (1701 – 1760) muhtemelen aynı yere gömüldü.
Görsel 25c’deki açıklamalar:
Das Rechteck bezeichnet die ehemalige Bach-Gellert-Gruft der 1894 / bis 1997 neu erbauten Johanniskirche. Hier wurden 1900 der Thomas- / kantor Johann Sebastian Bach und der Dichter Christian Fürchtegott / Gellert beigesetzt. Nach Kriegszerstörung der Kirche erfolgten 1949 die / Umbettung Bachs in die Thomaskirche und die Umbettung Gellerts in die Paulinerkirche. Vor der Sprengung der Paulinerkirche 1968 wurden die Gebeine Gellerts geborgen und auf dem Südfriedhof bestattet.
Türkçesi:
Dikdörtgen, 1894 ile 1897 yılları arasında yeniden inşa edilen Johanniskirche’nin eski Bach-Gellert mahzenini temsil ediyor. Thomas kantoru Johann Sebastian Bach ve şair Christian Fürchtegott Gellert 1900 yılında burada defnedildi. Kilise savaşta yıkıldıktan sonra Bach, Thomaskirche’de, Gellert ise 1949’da Paulinerkirche’de yeniden gömüldü. Paulinerkirche 1988’de havaya uçurulmadan önce Gellert’in kemikleri bulunup güneydeki mezarlığa gömüldü.
Thomaskirche’deki iskelet Bach’ın mı?
His ve Seffner tarafından yapılan saptamaya kuşkuyla bakıp mezar yerinin kuşkulu, yüzü yeniden yapılandırmak için kullandıkları yöntemlerin de tartışmalı olduğunu ileri süren Innsbruck’tan uluslararası üne sahip adli patolog Walther Parson ve Richard Zegers, Mario Maas, Ton Koopman ve George Maat gibi bazı bilim insanları ile bazı çağdaş müzikologlar, Thomas Kilisesindeki kemiklerin kimliğini sorguluyor ve oğlu Carl Philipp Emanuel’in kesin biçimde korunmuş kemikleriyle kapsamlı bir DNA karşılaştırması yapılmasını talep edip kesin sonucun ancak o zaman ortaya çıkacağını ileri sürüyorlar.
Örneğin, 15.07.2000 tarihli Hamburger Abendblatt Gazetesinde yayımlanan “Tach, İch bring den Bach” başlıklı yazısında Matthıas Gretzschel, “Basel’den Leipzig’e atanan anatomi profesörü Wilhelm His, iskeleti ve kafatasını inceledi. Heykeltıraş Carl Seffner ile birlikte merhumun başının ve yüzünün şeklini yeniden oluşturdu. Bu şekilde modellenen merhumun yüzünün, Elias Gottlob Hausmann’ın 1746’da Bach’ın yarattığı portresine inanılmaz derecede benzediği ortaya çıktı – hayret verici. Uzmanlar duyurdu: Bach’ın iskeleti bulundu. (…)Ancak şüphe etmek için nedenler var çünkü Hausmann’ın portresi His ve Seffner’e tanıdık geliyordu. Görünüşü hakkında net bir fikir sahibi oldukları bir adamın kafasını yeniden inşa ettiler. Bach’ın ortaya çıkışına dair bilgi, en azından bilinçsizce, çalışmasının sonucunu etkilemiş olabilir.” demektedir.
Alman şehir tarihçisi, dilbilimci, Leipzig Şehir Arşivleri ve Şehir Kütüphanesi Müdürü Gustav Wustmann da (1844-1910), Aus Leipzigs Vergangenheit,(Leipzig’in Geçmişinden) başlıklı kitabının 177-215 sayfalar arasındaki “Bachs Grab und Bachs Bildnisse” (Bach’ın mezarı ve Bach’ın portreleri) alt başlıklı bölümünde, “Tarafsız her okuyucunun buradan mezarın yeri hakkında daha kesin bir bilgi elde edilemeyeceğini hemen görebileceğini” belirttikten sonra 184. sayfasında “Mezar defterlerindeki kayıtların mezarla değil merhumun adı, yaşı, oturduğu ev, öldüğü ve gömüldüğü günle ilgili olduğunu, mezar kazıcısının tuttuğu 31 Temmuz 1750 tarihli morg defterinde ‘67 yaşında bir adam, H. Johann Sebastian Bach, St. Thomas Okulunun orkestra şefi ve kantoru’ kaydının bulunduğunu, yaşın da yanlış verilmiş olduğunu, (zira) Bach öldüğünde 65 yaşında olduğunu” belirtmektedir.
Aynı kitabın 192. sayfada “Yazma kaynaklardan derlenebilecek bilgilere göre Bach’ın gerçekten de meşe bir tabutla fakat sıradan, sığ bir mezara gömüldüğünü, o mezarın nerede olduğunu söylemenin imkânsız olduğunu; ‘eski’ kilise avlusunda olmasının pek muhtemel olmadığını” belirtip “Bir mezar taşı yoktu” dedikten sonra, 194. sayfada “Bach’ın defin töreni ve gömüldüğü yer hakkında kesin olan çok az şey, onun iki ceset için tasarlanmış derin bir mezara değil, sıradan sığ bir mezara, açık toprağa meşe bir tabutun içine gömülmüş olmasıydı. İddia edilen bir gelenek, St. John Kilisesi’nin güney tarafındaki bir yeri onun bir zamanlar gömüldüğü yer olarak tanımlıyordu.” diyerek “Bach’a ait olduğu ileri sürülen mezardan çıkan ve Anna Magdalena Bach olduğu düşünülen çam tabut içindeki yaşlı kadın iskeletinin Anna Magdelena’ya ait olma olasılığının bulunmadığını” ima etmektedir.
Yukarıdaki türden çok sayıda kuşku dile getirilip gerçeğin ancak oğlu Carl Philipp Emanuel’in kesin biçimde korunmuş kemikleriyle kapsamlı bir DNA karşılaştırması yapılmasıyla saptanabileceği ileri sürülmekle birlikte, kilise cemaati “Ölülerin huzursuz edilmemesi” düşüncesiyle bu tekliflere sıcak bakmadığından böyle bir çalışma yapılmamıştır. Ancak Spiegel Bilim’de paylaşılan 28.02.2008 tarihli bir habere göre, Eisenach’taki Bachhaus tarafından Bach’ın yüzünü yeniden yapılandırmakla görevlendirilen adli yüz yapılandırmada dünyanın önde gelen uzmanlarından İskoç antropolog Caroline M. Wilkinson ve İskoçya’daki Dundee Üniversitesi’nden sanat profesörü Janice Aitken’in, His ve Seffner tarafından yapılıp Leipzig’deki Thomaskirche’nin önündeki Bach anıtı için de model alınan bronz kafatası dökümü ve bilgisayar teknolojisinden yararlanarak oluşturdukları yüzün, Bach’ın 1746’da Elias Gottlob Haumann tarafından yapılan tablodaki yüzüne benzerliği, Thomaskirchedeki kemiklerin Bach’a ait olduğu inancını yeniden güçlendirmiştir.
Caroline Wilkinson, Bach’ın olduğu düşünülen kemikler üzerinde ilk inceleme ve yapılandırma çalışmalarını yapmış olan anatomist Wilhelm His ve Heykeltıraş Carl Ludwig Seffner tarafından yapılan tarihi bronz kafatası kalıbını alıp üç boyutlu olarak taradıktan sonra, önce bilgisayarda simüle edilmiş kas katmanlarını, daha sonra göz çukurları ve son olarak da yağ tabakalarını yapılandırdıkları çalışmaları konusunda, “Kafatasının lazer taramasını yaptıklarını, o nedenle kaslarını ve derisini bilgisayar sisteminde yeniden oluşturma olanağı bulduklarını” belirtip, “21. yüzyılın araçlarını kullanılarak yapılandırdıkları yüzün, Bach’a en yakın olan yüz (% 70 yakın) olduğunu” ileri sürmüştür.
Johann Sebastian Bach’ın bilgisayar modelli adli yüz yapılandırması Berlin’de yapılan bir basın toplantısıyla sergilenmiş ve çok büyük ilgi görmüştür.
Detschlandfunk Kultur’da Jens Brüning imzasıyla yayımlanan “Charakteristische Stirnfalte”(Karakteristik alın çizgisi) başlıklı yorumda (03.03.2008) Eisenach’taki Bachhaus’un yöneticisi Jörg Hansen’İn, Caroline Wilkinson tarafından yapılmış olan baş yapılandırmasıyla ilgili olarak “Doğruluğun beş göstergesi var: Aziz John Kilisesi’nin güney girişinin önündeki konum, dişlere göre belirlenen yaş, yaklaşık altmış yıl, resimde ve daha sonraki bir bakır gravürde çok net bir şekilde görülebilen Unterbiss (alt kesici dişlerin üsttekilerden önde olması), sonra da kilisenin Kafatasının şekli tabloyla örtüşüyor ve son olarak bu organist hastalığı, topuklarda ve leğen kemiğinde bulunan ve özellikle organistlerde, bacakları serbestçe sallanmak zorunda olan kişilerde ortaya çıkan kemikleşmeler yani bunların hepsi bir arada, sanırım şunu söyleyebilirsiniz: Bu Bach olacak.” dediği nakledilmektedir https://www.deutschlandfunkkultur.de/charakteristische-stirnfalte-100.html
Herr Hansen’in açıklamalarında geçen “kilisenin güney girişindeki konum, dişlere göre belirlenen yaş, alt kesici dişlerin üsttekilerden daha önde olması, kafatası şeklinin tabloyla örtüşüyor olması” gibi özelliklerin geçerliliği tartışmaldır. “İskelet üzerinde org sanatçılarına özgü ‘organist hastalığı’ belirtileri bulunduğu” yolundaki argüman da (1949’da St Thomaskirche’deki kalıntılar yeni bir tabuta nakledilirken iskeleti inceleme olanağı bulan) cerrah Wolfgang Rosenthal tarafından ileri sürülmüştür. İskeleti inceleyen Rosenthal, pelvik halkada ve kollarındaki kasların bağlandığı bölgede çok sayıda kemik çıkıntıları fark edip bu büyümelerin, “bacaklarda ve kollarda uzun süre tekrarlanan mekanik harekete yanıt olduğunu, kol ve bacak kaslarının kullanılmasını gerektiren yoğun organ çalmanın, o dönemde Reiter-und Exerzierknochen olarak tanımlanan bu tür değişikliklere neden olabileceğini” ileri sürerek, Bach gibi erken yaşta organ çalmaya başlamış 11 yaşayan profesyonel orgcunun pelvik röntgenlerinin analizinde de saptadığı bu değişiklikleri “organist hastalığı” (Organistennkrankheit ) olarak adlandırıp “Bach’ın olduğu iddia edilen iskelette de benzer özellikler bulunmasının iskeletin Bach’a ait olduğunu kanıtladığını” ileri sürmüştü.
https://www.mja.com.au/journal/2009/190/4/are-alleged-remains-johann-sebastian-bach-authentic
Oysa bu argüman konusunda, Birleşik Devletler Ulusal Tıp Kütüphanesinden (National Library of Medicine) yapılan “Johann Sebastian Bach’a ait olduğu iddia edilen kalıntılar gerçek mi?” başlıklı açıklamada “…1949’da cerrah Wolfgang Rosenthal, 11 canlı organistin iskeletinde ve röntgenlerinde ekzostozları fark etti ve Organistenkrankheit (organist hastalığı) adlı bir durum öne sürdü ve bunu iskeletin Bach’a ait olduğunun kanıtı olarak yorumladı. Ancak kalıntı analizine yönelik eleştirel değerlendirmemiz şüphe uyandırıyor: Mezarın yeri şüpheliydi ve His’in yüzü yeniden inşa etmek için kullandığı yöntemler tartışmalıydı. Ayrıca, yaşayan 12 profesyonel organistin pelvik röntgenleri üzerinde yaptığımız çalışma, Organistennkrankheit’ın varlığına dair kanıt bulamadı. İskeletin Bach’a ait olma ihtimalinin düşük olduğuna inanıyoruz; DNA analizi gibi teknikler sorunun çözümüne yardımcı olabilir ancak bugüne kadar kilise yetkilileri bunların iskelet üzerinde kullanılmasını onaylamadı.) denilmiştir. https://www.deutschlandfunkkultur.de/charakteristische-stirnfalte-100.html
Thomaskirche’de yatan kişinin gerçekten J. S. Bach olup olmadığını araştırmaya yönelik bir başka çalışma da, Offenburg Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nde tıbbi teknoloji profesörü olan anatomist ve müzisyen Prof. Dr. Andreas Otte tarafından yapılmıştır. Wilhelm His tarafından 1894 yılında çekilmiş olan aşağıdaki fotoğraf üzerinde sol el incelemesi yapan Otte, bulunan iskelette sağ el parmakları eksik olduğu için yalnızca sol üzerinde sürdürdüğü araştırmada, el uzunluğunun 21,5 cm. el açıklığının ise 26 cm. olduğunu saptayıp, “bugünün standartlarına göre bile olağanüstü bir uzunluk ve açıklığa sahip böyle bir elle on ikili aralığın (yani ardışık 12 beyaz tuştan oluşan bir aralığın) bile rahatça kavranabileceğini, bu durumun da Bach’ın org çalmadaki ünüyle örtüştüğünü” belirtmiştir.
Frankfurter Allgemeine’de yayımlanan “BACHS HÄNDE: Ergreifende Erkenntnis”
(BACH’IN ELLERİ: Etkileyici gözlem sonucu) başlıklı yorumunda (23.10.2018) Jan Brachmann, “Otte, Bach’ın başparmağı ile serçe parmağı arasındaki açıklığın 26 cm.ye ulaştığını, günümüz piyanistlerinden elde edilen antropometrik verilerin geometrik simülasyonları ve matematiksel çıkarımlar yardımıyla saptadı.(…) On sekizinci yüzyıldan kalma yazılar, Bach’ın sol eliyle bir on ikili aralığı kavrayabildiğini ve parmakları arasında süslemeler yapabildiğini zaten anlatıyor.(…) Peki, 1894 yılında mezardan çıkarılan iskeletin Bach’a ait olduğunu nereden biliyoruz? Organistler için tipik olan kemik değişiklikleri nedeniyle bunu varsayabiliriz. Bach’ın ayaklarında ciddi topuk dikenleri vardı! Önemli olan bu.” diyerek, bir yandan Otto’nun çalışma yöntemi hakkında bilgi verip destekleyici görüş belirtirken bir yandan da “Bach’ın ayaklarındaki topuk dikenlerine dikkat çekerek (kanıt açısından) önemli olanın onlar olduğunu ileri sürmüştür. https://www.faz.net/aktuell/feuilleton/buehne-und-konzert/johann-sebastian-bach-und-die-spannweite-seiner-linken-hand-15851117.html
19 Ekim 2019 tarihli MDR WİSSEN’de yapılan “Bach hatte riesige Hände” (Bach’ın devasa elleri vardı ) başlıklı müzik araştırmaları yorumunda da (özetle) “Muhtemelen 1.80 boyuyla, 18. yüzyılda 1.67 olan erkek boyu ortalamasının üzerinde olan Bach’ın çok büyük ellerinin olduğu, ellerindeki özel boyutun çağdaşları tarafından da tanımlanmış bulunduğu, ama kesin kanıt bulunmayan bu durumun, Offenburg araştırmacılarının (1894’te is tarafından çekilmiş olan iskelet fotoğrafı üzerinde) yaptığı incelemelerle doğru bir biçimde belirlendiği” belirtilip “Bach’ın, başparmağı ile serçe parmağı arasında 26 cm. açıklık bulunan 21.5 cm. uzunlundaki eliyle, 12 beyaz tuş arasındaki aralığı kavrayabildiği, bugünün standartlarına göre bile olağanüstü bir uzunluğa ve menzile sahip olan el boyutunun onun ustalığına kesinlikle faydalı olduğu” ifade edilmektdir. “. https://www.mdr.de/wissen/bach-hatte-riesige-haende-100.html
Bach’ın ilk mezarı ve ilk mezarına ilişkin kayıtlar, “talihsizlikler zinciri” olarak nitelenebilecek bir dizi nedenle kaybedilmiş olsa bile, meşe bir tabut içinde gömüldüğü bildirilen bölgede yapılan aramalarda yalnızca üç meşe tabut bulunması, içlerinden yalnızca birinde yaşlı bir erkek iskeleti bulunması, iskelet üzerinde yapılan ayrıntılı incelemeler ve kafatası yapılandırmalarında saptanan özelliklerin, Bach’ın bilinen ya da sahip olması gerektiği düşünülen özellikleriyle örtüşmesi, hem o yıllarda Wilhelm His ve Carl Seffner tarafından, hem de yakın zamanda Caroline M. Wilkinson ve Janice Aitken tarafından gerçekleştirilen yüz yapılandırmalarda ortaya çıkan sonuçların, Elias Gottlob Haumann 1746 yılında yapılmış olan Bach portresiyle büyük orandaki benzerliği, (kesin kanıt niteliği taşımasa bile) söz konusu iskeletin “Bach’ a ait olduğu” görüşünü desteklemektedir.
Kesin sonuca ancak kapsamlı bir DNA karşılaştırmasıyla ulaşılabileceği yolundaki görüşler, dayandıkları “bilimsel kuşku” ve önerdikleri “bilimsel yöntem” açısından elbette saygı duyulması gereken haklı görüşlerdir fakat şunları da düşünmek gerekmiyor mu?
Carl Philipp Emanuel Bach’ın “korunduğu” belirtilen kemikleriyle kapsamlı bir DNA karşılaştırması yapmak, 1894 yılından beri J. S. Bach’a ait olduğu varsayılan kemiklerin, gerçekten ona ait olup olmadığını belki kanıtlayabilir ama kriminal araştırma yaparcasına girişilebilecek böyle bir karşılaştırmayla her iki olasılıktan birinin kanıtlanmış olması, o mezarlarda yatan cansız bedenleri ve onları seven milyarlarca insanı huzursuz etmekten başka ne getirir?
Belki de sorun, ardında bıraktığı eşsiz eserlerle ölümsüzlüğe ulaşmış J. S. Bach gibi bir dehanın topraktaki kalıntılarına fazlaca odaklanmaktan kaynaklanıyor. Oysa onu bütün canlılığıyla, bütün duygularıyla, olağanüstü yaratıcılığıyla bulabileceğimiz ve “O” olduğundan en küçük kuşku duymayacağımız tek yer, insanlığa bıraktığı en büyük armağan olan eserleridir. Ama mutlaka yattığı gerçek yer de bilinmek isteniyorsa, ONUN YATTIĞI VE EBEDİYEN YATACAĞI YER, YERYÜZÜNDEKİ MİLYARLARCA İNSANIN, ONUN MÜZİĞİYLE ARINMIŞ YÜREĞİDİR.
Kapatırken
Bach’ın mezarıyla ilgili öyküyü ulaşabildiğim ölçüde derleyip farklı görüşleri olabildiğince yansıtmaya çalıştığım bu yazının sonunda, yaşananların oluşturduğu bazı düşünce ve sorulara da kısaca değinmek istiyorum.
Akla gelen ilk soru: J. S. Bach gibi, “kendisinden önceki bestecilerin ZİRVESİ, kendisinden sonraki bestecilerin ise ÖNCÜSÜ” olan ve “Müziğin Babası” olarak nitelenen eşsiz bir dehanın mezarı nasıl kaybolabilir?
Herhangi bir mezar taşı ya da anı plaketi konulmamış olsa bile, sürekli ve düzenli olarak ziyaret edilen bir mezar yeri kaybedilebilir miydi?
Yapılan araştırmalarda (mezarlık görevlileri de dâhil) yerini bilen hiçbir kimsenin çıkmayışı, ölümünden belli bir süre sonra ziyaret edeninin kalmadığını düşündürüyor. Bu da bugünkü Bach algımızla o dönemdeki Bach algısının aynı olmadığını göstermektedir. J. S. Bach’ın, organist/besteci olarak kendi döneminde de çok saygı duyulan ve St. Thomas Okulu (Thomasschule) kantorluğu gibi çok önemli görevlerde bulunan büyük bir sanatçı olduğu elbette biliniyor ama onun gerçek değeri, Schumann ve özellikle de Mendelssohn’un onu tanıtma çabalarıyla 1830’lardan sonra anlaşılmaya başlamış görünmektedir. (Bach rönesansı) Bu nedenle, Schumann ve özellikle Mendelssohn’u, arkalarında bıraktıkları muhteşem eserler dışında, bir zamanlar mezar yeri bile unutulan J. S. Bach’ı gerçek yerine oturtmayı sağlayan çabalarından dolayı da minnet ve saygıyla anmak gerekiyor.
Bach’ın mezarıyla ilgili yazıların büyük çoğunluğunda dikkat çeken bir özellik de, ikinci eşi Anna Magdalena Bach’tan (1701-1760) yalnızca, (Bach’a ait olduğu kabul edilen meşe tabutun üzerine konulmuş çam tabut içindeki kadın iskeletinin Anna Magdalena Bach’a ait olabileceği belirtilerek) “bulunan mezarın J. S. Bach’ın mezarı olduğu” düşüncesini pekiştirmek için bahsediliyor oluşudur…
Şayet o mezardan çıkarılan iskeletler, Johann Sebastian Bach ve eşi Anna Magdalena Bach’a ait idiyse, bugün Anna Magdalena Bach’ın mezarını da biliyor olmamız gerekmez miydi?
J.S. Bach’a ait olduğu düşünülen iskeleti ayrıntılı olarak inceleyip önce Johanniskirche’de, daha sonra da Thomaskirche’de koruma altına alarak günümüze ulaştıran insanlar, aynı mezardan çıkarıp Anna Magdalana Bach’a ait olduğunu düşündükleri iskeleti ne yaptılar?
Bach ve Gellert’in lahitlerini yan yana koyanların, eşi Anna Magdalena Bach’a ait olduğunu düşündükleri iskelet için de (aynı yerde olmasa bile en azından bir başka yerde) bugün bilinen bir mezar yeri oluşturması gerekmez miydi?
Sanırım bu noktada “erkek egemen” bakış açısının rol oynadığı ve Anna Magdalena’nın pek dikkate alınmadığı anlaşılıyor. Oysa her başarılı erkeğin arakasında bir kadın eli bulunduğu gibi i J. S. Bach’ın son 29 yılında da Anna Magdalena’nın önemli payı vardı ve kocasının 1722 ve 1725 tarihli iki kitabını Anna Magdalena’ya adamış olması bunun en güzel ifadesiydi…
Klavierbüchlein der Anna Magdalena Bach (1722).
Anna Magdalena Bach konusunda teselli veren iki gelişme, 300. doğum yılı olan 2001 yılında, Leipzig’deki bir kadın grubunun (Dorothea Frischmann-Wolff, Cornelia Krumbiegel ve Ursula Lehmann-Grube) insiyatifiyle, bir zamanlar Thomasschule’nin bulunduğu yerdeki Thomashaus’un anıta bakan duvarına Anna Magdalena Bach ile ilgili bronz bir anı plaketi yerleştirilmiş (görsellerde kırmızıyla işaretli) ve Bach Müzesinin ‘de aynı vesileyle bir sergi açmış olmasıdır.
Soldaki dikdörtgen anı plaketinde “J. S. Bach’ın ikamet ettiği ve çalıştığı (1723-1750) eski Thomasschule’nin 1902 yılına kadar, bu yerde bulunduğu” bildiriliyor Anna Magdalena Bach anısına konulan sağdaki elips anı plaketinde ise aşağıdaki bilgiler yer alıyor:
Görsel 31d Anı plaketindeki yazının Türkçesi:
22 Eylül 1701 Zeitz
27 Şubat 1760 Leipzig
Kızlık soyadı Wilcke olan Anna Magdalena Bach, 1723’ten 1750’ye kadar bu yerde yaşadı. Eski kraliyet sarayı şarkıcısı, Johann Sebastian Bach’ın ikinci eşi ve büyük bir çocuk grubunun annesiydi. El yazısı, Bach’ın bestelerinin çok sayıda müzik el yazmasında bulunabilir. Johann Sebastian 1722 ve 1725 tarihli müzik kitaplarını eşine adadı.
İçinde J. S. Bach’ın konutunun da bulunduğu eski Thomasschule, 1723 tarihli aşağıdaki gravürde görüldüğü gibiydi.
Anna Magdalena Bach’la ilgili sevindirici gelişmelerden biri de, Zeitz’de doğduğu evin bulunduğu yere bir anı plaketi konulmuş olması ve biraz ilerisindeki müzik okuluna Musihschule Zeitz Anna-Magdelena-Bach isminin verilmiş olmasıdır.
Anna Magdalena Bach’a ve eşinin başarısı için olanca gücüyle çalışmasına rağmen yaptıkları görülmeyen tüm kadınlara minnet ve saygıyla…
*Bu araştırma yazısının iki sayfalık kısa bir özeti, KONSER ARKASI Müzik Dergisi MART sayısının 62-63. sayfalarında yayımlanmıştır.
Görsel kaynakları (Linkler)
Başlık görseli: https://www.thomaskirche.org/fileadmin/_processed_file_storage/e/0/csm_05_Bachgrab_5ddeede078.jpg
Görsel 1 https://archive.org/details/MusikalischeBibliothek4.band1754/page/166/mode/2up
Görsel 2a https://altes-leipzig.net/die-ehemalige-johanniskirche-in-leipzig/
Görsel 5 Allgemeine musikalische Zeitung 12 März 1800 Nr. 24
Görsel 6ab https://de.wikipedia.org/wiki/Johanniskirche_(Leipzig)#/media/
Görsel 7abc https://ia800402.us.archive.org/34/items/b22415701/b22415701.pdf
Görsel 8 a) https://en.wikipedia.org/wiki/File:19_Bachhaus_Eisenach_Schaedel_Bueste.jpg
Görsel 11 Thomaskirche Leipzig https://www.thomaskirche.org/
Görsel 12 https://www.stilvolle-grabsteine.de/ratgeber/johann-sebastian-bach-thomaskirche/
Görsel 13 A. Atalay
Görsel 14 A. Atalay
Görsel 15 https://www.stilvolle-grabsteine.de/ratgeber/johann-sebastian-bach-thomaskirche/
Görsel 16 A. Atalay (Google Earth anlık görüntü)
Görsel 17 https://de.m.wikipedia.org/wiki/Datei:Altes_Bach-Denkmal_in_Leipzig.JPG
Görsel 18 a) http://www.johanniskirchturm.de/htmls/presse/2009-02-20_lvz.html?keepThis=true&TB_iframe=true&height=600&width=640
Görsel 20a Manfred Wurlitzer, Erinnerung an Christian Fürchtegott Gellert
Blick durch drei Jahrhunderte in der Universitätsstadt Leipzig 2015 (s.16)
Görsel 21b https://s9.imslp.org/files/imglnks/usimg/d/dd/IMSLP457551-PMLP05948-Partitur_D-B_Mus._ms._Bach_P_415.pdf
Görsel 22 http://www.johanniskirchturm.de/material/rundblick/nummer_19.pdf
Görsel 23a https://www.architektur-blicklicht.de/brunnen-denkmaeler/gedenktafel-alter-johannisfriedhof-leipzig/
Görsel 23b1-b2 https://jsbach.de/bachorte/johanniskirche
Görsel 23c https://altes-leipzig.net/wp-content/uploads/2018/11/1-196-647×1024.jpg
Görsel 23d https://research.uni-leipzig.de/agintern/stadtgeschichte/archiv/Dokumentation2014_2015.pdf
Görsel 24a A. Atalay (Google Earth anlık görüntü)
Görsel 24b A. Atalay (Google Earth anlık görüntü)
Görsel 24c https://jsbach.de/bachorte/johannisfriedhof
Görsel 24e https://www.l-iz.de/wp-content/uploads/2022/06/johann4.jpg.webp
Görsel 24f https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Lzg._Joh.-Pl.jpg
Görsel 25b https://jsbach.de/node?page=1#open:%20#zoom-c7597c79d71da0983d430e0c7c58c0fc
Görsel 25c https://jsbach.de/node?page=1#open:%20#zoom-c7597c79d71da0983d430e0c7c58c0fc
Görsel 26a https://archive.org/details/ausleipzigsverg00wustgoog/page/n181/mode/1up
Görsel 26b https://archive.org/details/ausleipzigsverg00wustgoog/page/n181/mode/1up
Görsel 26c https://archive.org/details/ausleipzigsverg00wustgoog/page/n181/mode/1up
Görsel 26d https://archive.org/details/ausleipzigsverg00wustgoog/page/n181/mode/1up
Görsel 27 https://www.spiegel.de/wissenschaft/mensch/computergrafik-bachs-gesicht-rekonstruiert-a-538452.html
Görsel 28 a) https://www.medecine-des-arts.com/fr/bach-jean-sebastien-reconstitution.html
- b) http://classicalmusicguide.com/viewtopic.php?t=20866
- c) https://de.m.wikipedia.org/wiki/Datei:Johann_Sebastian_Bach_1746.jpg
Görsel 29 https://www.nationalgeographic.com/culture/article/bachs-anatomy-may-have-handed-him-greatness
Görsel 30 a https://www.bach-digital.de/rsc/viewer/BachDigitalSource_derivate_00003127/db_bachp0224_ante002.jpg
Görsel 31a A. Atalay (Google Earth anlık görüntü)
Görsel 31b https://www.leipzig-days.de/thomashaus-superintendentur/
Görsel 31c https://www.leipzig-days.de/thomashaus-superintendentur/
Görsel 31d https://research.uni-leipzig.de/agintern/frauen/bach.htm
Görsel 31e https://jsbach.de/sites/default/files/images/Bachorte/leipzig/Thomasschule%201723.jpg
Görsel 32ab https://musikkoffer-sachsen-anhalt.de/musik-leben/bach-anna-magdalena-1701-1760/
Görsel 33 a) https://de.m.wikipedia.org/wiki/Datei:Zeitz,_Nicolaiplatz_1-004.jpg