MÜZİKLE İLGİLİ YAZILARDA TDK YAZIM KURALLARINA UYUM SORUNU

Adnan Atalay

(Bu yazı KONSER ARKASI Müzik Dergisi 2022 Ağustos sayısının 70.-73. sayfalarında yayımlanmıştır.)

Türkçe yazılarda geçerli olan “yazım kuralları”, TDK (Türk Dil Kurumu) tarafından hazırlanıp yayınlanan “Yazım Kılavuzları” ile belirlenmekte, editörler ve bilgisayar destekli yazım denetleme programları, ilgili yazıları, o kurallar doğrultusunda değerlendirip revize etmektedir. Ancak TDK yazım kılavuzlarında belirlenmiş bazı yazım biçimlerinin “doğruluğu” konusundaki tartışmalar ve alanda oluşan büyük çaptaki bilgi kirliliği nedeniyle, doğru yazımın “nasıl olması gerektiği” konusunda görüş birliği sağlanamamaktadır.

Atatürk’ün talimatıyla 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla kurulup 1934’te yapılan kurultayda Türk Dili Araştırma Kurumu, 1936’daki kurultayda ise bugünkü adını alan Türk Dil Kurumu, “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” adıyla kurulduğu 1932 yılından bugüne (2022) kadar geçen 90 yıl içinde, İmlâ Kılavuzu (1941), Yeni İmlâ Kılavuzu (1965), Yeni Yazım (İmlâ) Kılavuzu (1970), Yeni Yazım Kılavuzu (1973)  İmla Kılavuzu (1985) ve Yazım Kılavuzu (2005) gibi farklı adlarla çok sayıda “yazım kılavuzu” hazırlayıp yayınlamıştır. TDK’nın “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” adıyla kurulduğu 1932 yılından dört yıl önce (1928’de) “Dil Encümeni” tarafından hazırlanıp yayınlanmış olan İmlâ Lûgati  ilk “yazım kılavuzu” sayılacak olursa, 1928’de yapılan ilk baskıdan, 2012’de yayınlanan bugünkü yazım kılavuzuna (27. baskı) ulaşıncaya kadar yazım kuralları konusunda birçok değişiklik yapılmıştır.

Yazım kurallarında değişiklik yapılması, daha önceki kılavuzlarda yapılmış olabilecek hataların ve eksikliklerin giderilmesi, yazım kurallarının dildeki gelişmelere uyumlu hale getirilmesi ve daha iyi bir yazım kılavuzu oluşturabilme bakımından gerekli ve kimi durumlarda da zorunlu olmakla birlikte, ardı ardına gelen kural değişiklikleri, (yarattığı “getirilen yeni kuralların da bir süre sonra değişebileceği” algısıyla) yeterince ciddiye alınmaması, (yapılan değişikliklerin herkes tarafından takip edilememesi sonucu) eski ve yeni kuralların bir arada kullanılması ve oluşan kafa karışıklığından dolayı, birçok kişinin kendi yazım kuralını kendilerinin belirlemesi gibi sorunlara da neden olmuş ve özellikle “birleşik kelimeler” ile “düzeltme işaretleri”  konusunda ciddi sorunlar yaşanmıştır/yaşanmaktadır.

Birleşik kelimelerin yazımı ile ilgili sorunlar

TDK tarafından yayınlanmış yazım kılavuzları karşılaştırmalı olarak incelendiğinde, “birleşik kelime”  kavramı ve hangi birleşik kelimelerin “bitişik”, hangilerinin “ayrı” yazılması gerektiği konusunda farklı görüş ve kurallar ileri sürülmüş olduğu görülmektedir. Değişik tarihlerde yayınlanmış kılavuzlar arasındaki farklılıklar bir yana, aynı kılavuz içindeki açıklama ve örnekler arasında bile tam bir uyum bulunmayabilmektedir. Örneğin,  2012 yılında yayınlanan en son yazım kılavuzunda birleşik kelimeler, bitki, hayvan, hastalık, alet/eşya, biçim, tarz ismi olmaları, birleşen kelimelerden birinin sıfat, fiil, zarf vb. olması ya da birleşim içinde kendi anlamını yitirip yitirmemiş olması gibi kriterler açısından farklı gruplara ayrılıp hangilerinin “bitişik” hangilerinin “ayrı” yazılması gerektiği konusunda çok incelikli ayrımlar yapılmışsa da, akşamüzeri kelimelerini bitişik, akşam vakti kelimelerini ayrı karayılan kelimelerini bitişik, kara çıyan kelimelerini ayrı; sivrisinek kelimelerini bitişik, sivri biber kelimelerini ayrı, (ama karabiber kelimeleri bitişik); yemek ismi olan imambayıldı kelimelerini bitişik, kuru fasulye kelimelerini ayrı; hastalık ismi olan kuşpalazı kelimelerini bitişik, kuş gribi kelimelerini ayrı ve hatta (anlamlarıyla da çelişir biçimde) apayrı  kelimelerini bitişik, yan yana kelimelerini ayrı yazma gerekçelerinin, dilbilimci olmayan insanlar tarafından anlaşılabilmesi biraz güç görünmektedir. Kaldı ki dilbilimci ve yazar Prof. Dr. Mustafa  Özkan da “Bugün dilimizde birleştirme yoluyla meydana getirilmiş yüzlerce birleşik kelime mevcuttur.  (…) bu kelimelerin nasıl yazılacağı, imlâmızın başta gelen ve henüz bir çözüme kavuşturulamamış en karmaşık meselelerinden biridir. Birleşik kelimelerden hangilerinin bitişik, hangilerinin ayrı yazılacağı konusunda bu güne kadar bazı kurallar konulmuş olmakla birlikte, bu kurallar kapsamlı, tutarlı ve sınırlayıcı olmadığı için, herkes tarafından benimsenmemiştir. Bu yolda açık ve anlaşılır bir kural konulup ortak bir ölçü bulunamaması, kişileri kendi anlayışları doğrultusunda yazmaya yöneltmiştir. (…)  Bugüne kadar hazırlanan birçok imlâ kılavuzunda (…)  aynı yapıdaki bazı kelimeler bitişik yazılırken, bir kısmı da ayrı yazılmakta ve bunun sebebi açıklanamamaktadır” deyip birçok, birkaç kelimeleribitişik yazılırken pek çok, pek az kelimelerinin ayrı ve olağanüstü kelimeleri bitişik yazılırken olağan dışı kelimelerinin ayrı yazılmasını “dil duygusuyla” açıklamanın bizi yanlış yapmaktan kurtaramayacağını, bu anlayış yüzünden imla anlayışımızın son derece kararsız ve karmaşık bir durumda olduğunu belirtmektedir.(*)

2012 yılında yayınlanan son yazım kılavuzunun 20. sayfasından başlayan “Birleşik Kelimelerin Yazılışı” başlıklı bölümde “Bitişik Yazılan Birleşik Kelimeler” alt başlığı altında hangi kelimelerin “bitişik” yazılacağı açıklandıktan sonra, 21. sayfada da “Ayrı Yazılan Birleşik Kelimeler” alt başlığı ile hangi birleşik kelimelerin ayrı yazılacağı (!) açıklanıp listelenmiş bulunmaktadır. Bir kelimeyi hem “birleşik kelime” olarak niteleyip hem de “ayrı yazılmasını” istemenin anlaşılabilmesindeki “güçlük” bir yana, yer elması, kuş üzümü, dağ nanesi, çam fıstığı gibi onlarca ayrı yazılmış birleşik kelime örneği verilen bu bölümün sonunda (s.22) (ama) … yazımı gelenekleşmiş olan semizotu, dereotu bitişik yazılır” denmiş olması konuyu daha da karmaşıklaştırıyor… Dağ nanesi birleşik isminin “ayrı”, dereotu  birleşik isminin “(gelenekleşmiş” olduğu gerekçesiyle) “birleşik” yazılması gerektiğini belirten TDK’nın bu ayrımı, söz konusu kelimelere ilişkin istatistiksel bir veriye mi,  yoksa böyle bir ayrım öngören Sayın TDK yetkililerinin kendi yazım alışkanlıklarına mı dayanıyor?

Yazım kılavuzlarında karşılaşılan tutarsızlıklar yalnızca birleşik kelimelerle sınırlı olmayıp başka kelimelerin yazılışında da görülüyor. Örneğin söz konusu yazım kılavuzunun 25. sayfasında “Batı kökenli alıntıların içindeki ve sonundaki g ünsüzleri olduğu gibi korunur” denilip “biyografi, program, paragraf  …” gibi çok sayıda örnek verildikten sonra “Ancak fotoğraf ve topoğraf kelimelerindeki g’ler, ğ’ye döner” deniyor… Paragraf ve fotoğraf kelimeleri arasında ne fark var ki birini g ile, ötekini ğ ile yazacağız? İnsanlar konulmuş kuralların, benzer özellikteki kelimelerin hangileri için geçerli olup hangilerinin kural dışında tutulacağını nereden bilecek?  “Gelenekleşmiş” ya da “alışılmış” olma gibi öznel gerekçelerle kurallardan taviz verip benzer yapıdaki kelimelerden bazılarının kurallara aykırı biçimde yazılmasını istemek ya da onaylamak, kuralların anlaşılabilmesini, uygulanmasını, yaygınlaşmasını ve yerleşmesini olumsuz yönde etkileyecek bir yaklaşım değil midir?  Oysa dilbilimci ve yazar Prof. Dr. Mustafa Özkan’ın çok özlü bir biçimde belirttiği gibi “İmlâmızı rayına oturtmak için alışkanlıkları kurallaştırmaktan çok, kuralları alışkanlık haline getirmeye ihtiyaç vardır.” (**)

Düzeltme işaretlerinin kullanımı ile ilgili sorunlar

Türkçe kelimelerde uzatılarak okunan ünlüler ya da inceltilerek okunan ünsüzler bulunmamasına karşın, dilimize Arapça ve Farsçadan girmiş alıntı kelimelerde uzatılarak okunması gereken a ve u ünlüleri ile nisbet eki olarak kullanıldığında uzatılarak okunması gereken i ünlüsü ve kelimelerde ince okunması gereken g, k ve l  ünsüzlerini gösterebilmek için “şapka” olarak da adlandırılan (^) biçimindeki düzeltme işareti (Fr. l’accent circonflexe) kullanılır. Hem “uzatma” hem de “inceltme” amacıyla kullanılan bu işaret, uzun okunması gereken a, u ve i  ünlülerinin (â, û, î biçiminde) üzerine, ince okunması gereken g, k ve l  ünsüzlerinin ise üzerine değil, o ünsüzlerden sonra gelen a ve u gibi ünlülerin üzerine konulur. (***)

TDK, kuruluşundan bu yana geçen süre içinde, düzeltme işaretlerinin kullanımı konusunda çok farklı tutumlar sergilemiştir. 1940’lı yıllara kadar daha çok inceltme amaçlı kullanılıp uzatma amacıyla çok az kullanılan düzeltme işaretleri, 1940’lı yıllardan başlayarak uzatma amacıyla da daha sık kullanılmaya başlamış ve giderek abartılı düzeylere ulaşan kullanım alanlarına sonradan getirilen sınırlamalar, “düzeltme işaretlerinin kullanımdan kaldırıldığı” algısına yol açmıştır. Ülke genelinde hızla yaygınlaşan bu yanlış algı sonucu da, “henüz” anlamındaki hâlâ  kelimesi ile, “babanın kız kardeşi” anlamındaki hala kelimesi (düzeltme işareti kullanmaksızın) hala biçiminde yazılır oldu. Anlam olarak çok farklı bu iki kelimenin aynı biçimde yazılması sonucu da, örneğin “bir saatten beri bekliyoruz, hala gelmedi” türünden bir cümlede “beklenen kişinin henüz gelmediğinden mi” yoksa “babanın kız kardeşinin gelmediğinden mi” bahsedildiği anlaşılamaz hâle geldi. Oysa TDK’nın yazım kılavuzlarında ve TDK yetkililerince yapılmış kurumsal açıklamalarda çok net biçimde belirtildiği üzere, TDK, yazılışları bir fakat anlamları ve söylenişleri ayrı olan hala (babanın kız kardeşi), hâlâ (henüz);  adet (sayı), âdet (gelenek, alışkanlık); alem (bayrak), âlem (dünya, evren); aşık (eklem kemiği), âşık (vurgun, tutkun); hal (sebze, meyve vb. satılan yer), hâl (durum, vaziyet);  şura (şu yer), şûra (danışma kurulu) ya da kar /kâr gibi kelimeleri ayırt edebilmek için kullanılan düzeltme işaretlerini değil, düzeltme işareti kullanmadan yazıldığında bir başka anlama gelmeyen kelimelerdeki düzeltme işaretleri ile, dilimize Batı dillerinden girmiş olup orijinallerinde düzeltme işareti bulunmayan, klasik, klavye, laik, lamba, Latin, melankoli, plan, plak, plaj, reklam gibi kelimelere bizim tarafımızdan eklenmiş olan “klâsik, klâvye, lâik, lâmba, Lâtin, melânkoli, plân, plâk, plâj, reklâm” türünden düzeltme işaretlerini kaldırdı. Yazım kurallarının şu ya da bu nedenle sık sık değiştirildiği ve herkesin “Yeni yazım kılavuzunda ne gibi değişiklikler oldu acaba?” merakıyla her yeni yazım kılavuzunu incelemediği/incelemeyeceği yaşam gerçekliğinde, kulaktan kulağa yayılan haberlerin neden olduğu “düzeltme işareti kullanımına son verildiği” yolundaki asılsız söylentinin yaygınlaşması sonucu, yalnızca uzatma ve inceltme amaçlı düzeltme işaretleri değil, kelime sonlarında nispet eki olarak kullanılan i  harflerinin uzun okunacağını gösteren düzeltme işaretleri de kullanılmaz olduğundan, millî topraklar gibi yüce bir kavramı bile milli topraklar biçiminde yazıp toprak cinsine dönüştürür olduk. Ancak bu karmaşada, millî, dinî, askerî, resmî gibi kelimeleri düzeltme işaretiyle verirken, benzer yapıdaki azami, siyasi, hukuki, tıbbi  gibi kelimelerde düzeltme işareti kullanmayan TDK’nın da payı var…  

Müzik terimlerinin yazımıyla ilgili sorunlar

TDK yazım kurallarındaki karmaşıklık ve neden olduğu kafa karışıklıkları, müzik terimlerinin yazımına da yansımakta ve müzikle ilgili yazılarda, hem Türkçe kelimeler hem de müzik terimlerinin yazımı konusunda ciddi sorunlar yaşanmaktadır.

TDK tarafından müzik terimleri konusunda yapılmış tek yayın, 1954 yılında Ankara’da basılmış olan “T.D.K. Terim Anketleri MÜZİK” başlıklı kitapçıktır. 1886-1902 yılları arasında Fransa’da yayınlanan 31 ciltlik La Grande Encyclopédie’deki müzik terimlerine Ahmed Adnan Saygun tarafından önerilmiş karşılıkların, aralarında M. R. Gazimihal, İ. H. Baltacıoğlu gibi isimlerin de bulunduğu bir kurul tarafından tek tek gözden geçirilmesinden sonra basılan 27 sayfalık bu kitapçık, müzik terimleri konusunda TDK tarafından yapılan ilk ve son yayın olduğu, Kurum tarafından yayınlanmış olan genel sözlük ve yazım kılavuzları da, müzik terimlerini karşılama konusunda çok yetersiz kaldığı için, Türk Müzik Terminolojisi, kişisel çabalar ve tercihler doğrultusunda biçimlenmiş, bu nedenle de, kullanılacak müzik terimleri ve yazım kuralları konusunda ortak görüş oluşturulamamıştır.  

Ülkemizde yazım kurallarını belirleme ve yazım kılavuzu yayınlama yetkisi TDK’da olmakla birlikte, terimler, genel konuşma ve yazı dili dışında kalan, uzmanlık isteyen özel uğraş alanlarına ait kavramları ifade etmeye yarayan kelimeler olduğu, TDK bünyesinde çalışan dilbilimciler de, müzik terimlerini ve yazım biçimlerini belirleyebilecek özellikte olmadıkları için, müzik terminolojimize yabancı dillerden girmiş olan alıntı terimlerin yazılışını da Türkçe kelimelerin yazım kurallarına göre belirleyip  kimi terimlerin kökenleriyle ilişkisini kesen, hatalı bazı yazım biçimleri önerebilmişlerdir. Örneğin, TDK Yazım Kılavuzu ve Türkçe Sözlüğünde, Geleneksel Türk Sanat Müziğindeki en önemli çalgılardan biri olan Tanbur’un, “n” yerine “m” harfi kullanılarak “tambur” biçiminde, “Ud’un  ise sonda “d” harfi yerine “t” kullanılarak “ut” biçiminde yazılmış olduğu (dolayısıyla o şekilde yazılmasının istendiği) görülmektedir. Oysa  (aşağıdaki Osmanlıca yazılışlarında da görüleceği üzere) söz konusu çalgıların adı “tambur” değil Tanbur,  “ut” değil  Ud’ tur.

TDK’nın “Tanbur” kelimesindeki n” harfi yerine  “m” kullanıp “tambur” yazmasının, “bir kelimede n ve b harfleri arka arkaya gelirse (Farsça penbe’nin  pembe’ye, çenber’in çember’e dönüşmesinde olduğu gibi) n harfi m harfine dönüşür” genellemesinden  kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu anlayış her kelimeye uygulanacak olursa İstanbul’un da “İstambul” biçiminde yazılması gerekmez miydi?  “Ama İstanbul özel isimdir”  denecek olursa, “Tanbur” kelimesi de (terim olması nedeniyle) müzik açısından özel isim gibidir.

Ud’u “ut” biçiminde yazma düşüncesinin de “Türkçe kelimelerin sonunda b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz, alıntı kelimelerin sonunda bulunan bu tür yumuşak ünsüzler de (sebeb / sebep, ihtiyac / ihtiyaç,  cild / cilt, aheng / ahenk  örneklerinde olduğu gibi) sertleşip p, ç, t, k ünsüzlerine dönüşür” genellemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Oysa aynı kılavuzda açıklanan bu genel kuralın hemen altına (s.8) “Ancak anlam farkını belirtmek üzere ad, od, sac gibi birkaç kelimenin yazılışında bu kurala uyulmaz” denilip ad (isim) / at (binek hayvanı),  od (ateş) / ot (bitki), sac (yassı demir) / saç (kıl) örnekleri verilmektedir. Bu tür kelimeler için uygulanan istisna, özel bir müzik terimi olan Ud için neden uygulanmamış da, söz konusu çalgının yüzlerce yıllık adı bozulup “ut” hâline getirilmiştir? TDK Türkçe sözlük ve yazım kılavuzlarında ad, od, öd varken ud neden olmasın?  Metal plaka anlamındaki sac’ın, baştaki kıl olan saç’la karıştırılma olasılığı varsa, kılavuzda “ut” biçiminde yazılması istenen çalgı adının da,  Arezzo’lu Guido’nun (992-1050?), Ut-Re-Mi-Fa-Sol-La seslerinden oluşan altı basamaklı dizisinde (hexachord) bugünkü Do sesine karşılık olarak kullanılan ve Fransızlar tarafından hâlen kullanılmakta olan “ut” hecesiyle karıştırılma olasılığı yok mu?  Bir çalgı adının perde adıyla karıştırılması, metal plaka adının baştaki kılla karıştırılmasından daha mı önemsizdir? Ama bu tutarsızlık, aradaki önem derecelendirmesinden değil, TDK’daki Sayın Dilbilimcilerin müzikte MS 1000’li yılların başından beri “ut” olarak adlandırılagelen bir perde adı olduğunu bilmeyişlerinden kaynaklanmaktadır ki, aralarında müzikbilimci bulunmadığı için “bilemeyişleri” son derece doğaldır.  Aynı şeyi başka alıntı terimlerde de yapıp örneğin etüd yerine etüt”, prelüd yerine prelüt”, lied yerine liet” yazdıkları, buna karşın, füg teriminin sonundaki g harfini sertleştirerek k yapmayı düşünmeyip füg olarak aldıkları görülmektedir. Sondaki b,c,d,g harflerinin sertleşerek p,ç,t, k olması gerekiyorsa, füg teriminin ayrıcalığı nedir ki aynı kural ona da uygulanıp “fük” yapılmamış? (Aslında doğru olan Füg’ün yazımında izlenmiş olan yöntem olup etüd, prelüd, lied gibi terimlerin “etüt”, “prelüt”, ”liet” biçiminde yazılması yanlıştır.)

TDK Türkçe sözlük ve yazım kılavuzlarında, Arap alfabesindeki harflere verilmiş sayısal değerlerden yararlanarak anlamlar ifade etme amacı güden ve müzik yazısı olarak da kullanılmış olan ebced dizgesinin adı bile (sondaki d harfi sertleştirilip t yapılarak)

“ebcet” haline getirilmiş bulunuyor. Oysa dizgenin adı Arap alfabesindeki ilk dört harfin (elif, be, cim, dal)  okunuşundan gelmekte olup (bu harfler birleştiği zaman ebced okunur) “ebcet” diye bir şey yoktur. Dizgeye adını veren d (dal) harfini t (te) haline getirip özünden uzaklaştıran bu tür uygulamalar, alıntı kelimeleri tanınmaz hâle getirmektedir.

Müzikle ilgili terimlerin TDK yazım kurallarına göre yazılmasında karşılaşılan bir başka sorun, Türkçe kelimelerin yazımında esas alınan “Özel isimler büyük harfle, cins isimler küçük harfle başlar” kuralının müzik terimlerine de uygulanıp her türlü perde, makam, tonalite, çalgı ve tür adlarının yazımına küçük harfle başlanmasıdır. Buna göre perde adlarının do, re, mi ya da rast, dügâh, segâh; makam adlarının rast, nihavent, uşşak; tonalite adlarının do majör, do minör; çalgı adlarının keman, piyano, ney; tür adlarının senfoni, konçerto, peşrev, semai… biçiminde küçük harfle başlaması istenmektedir. Oysa uluslararası bir dil olan müzik dilinde kullanılan terimlerin küçük harfle mi, büyük harfle mi başlayacağı (özel isim niteliğinde olup olmamalarına bakılmaksızın) sıkı kurallara bağlanmış ve hatta kimi terimlerin italik ya da bold yazılması gibi özellikler de getirilmiştir. Örneğin Allegro, Presto vb. hız terimleri büyük harfle başlatılıp genellikle bold karakterle yazılırken, animato, ritardando, crescendo, diminuendo terimleri daima küçük harfle başlatılır ve küçük harfle başlatılan terimler ya da kısaltılarının bazıları normal harflerle, bazıları ise italik harflerle yazılır. (div., sord., unis. ve  accel., cresc., dolce   örneklerinde olduğu gibi) Dahası hangi terim ya da kısaltının normal yazı karakteriyle, hangisinin bold yazı karakteriyle yazılacağı da belirlenmiştir.

Uluslararası müzik terminolojisinin kendine özgü yazım özellikleri dışında, perde, makam, tonalite, tür ve çalgı adlarının yazımına, (gerektiğinde) büyük harfle başlamak, “vurgulama” ve “metinle karışmasını önleme” açısından yararlı ve hatta yer yer zorunlu da olabiliyor. Örneğin Do, RE, Mi gibi ses (perde) adlarının küçük harfle başlatılması, özellikle “Mi” sesinde sorun çıkartmakta ve  küçük harfle başlayan mi hecesinin “ses adı” olarak mı, yoksa “soru eki” olarak mı kullanıldığı anlaşılamamaktadır. Örneğin “Üçüncü ölçüdeki ilk ses sekizlik mi olmalı desem, ne dersiniz? cümlesindeki “mi” hecesinin “soru eki” olarak mı, yoksa ses adı olarak mı kullanıldığı nereden anlaşılacak? Oysa aynı cümle, “Üçüncü ölçüdeki ilk ses sekizlik Mi olmalı desem, ne dersiniz? biçiminde yazıldığında “Mi” hecesinin soru eki olarak değil, perde adı olarak kullanıldığı (dolayısıyla sekizlik değerdeki “notadan” değil, sekizlik değerdeki “Mi” sesinden bahsedildiği) kolayca anlaşılmaktadır.

Mi” hecesinin “soru eki” olarak mı, perde adı olarak mı kullanıldığını belirtebilmek için, perde adı olarak kullanılan “Mi” hecesi büyük harfle başlatılınca, (tutarlılık açısından)  Fa, Sol, La  ya da Rast, Dügâh, Segâh gibi öteki perde adlarının da büyük harfle başlatılması gerekmekte, oysa TDK,  bütün bu hece ve terimlerin (cins isim oldukları gerekçesiyle) küçük harfle başlatılmasını istemektedir.

 Yazım kılavuzuna alınmamış olmasına karşın, TDK Türkçe Sözlükte, perde adlarına eklenen “diyez” ve “bemol” gibi değiştirgeç isimlerinin de “fa diyez” ya da “si bemol” biçiminde perde adından ayrık yazıldığı görülmektedir. Öyle yazılınca da “Sağ elde en son duyulan do diyez mi olmalı desem, ne dersiniz?” türünden bir cümlede, a) Sağ elde en son duyulan Do sesi, “diyez” mi olmalı?, b) Sağ el de en son, “Dodiyez” mi duyulmalı?,  c) Sağ elde en son “Dodiyez ve Mi” sesleri mi duyulmalı? biçiminde üç farklı anlam oluşabiliyor ve hangisinin kastedildiği anlaşılamıyor. Oysa aynı cümlede, perde adlarının büyük harfle başlatılması ve diyez teriminin perde adıyla bitişik yazılıp yazılmamasına göre, söz konusu üç anlamdan hangisinin kastedildiği kolayca anlaşılabilir:

a) Sağ elde son duyulan Do diyez mi olmalı desem, ne dersiniz  (Sağ elde en son duyulan Do sesinin diyez mi olması gerektiği soruluyor.)

b) Sağ elde son duyulan Dodiyez mi olmalı desem, ne dersiniz? Sağ elde en son Dodiyez sesinin mi duyulması gerektiği soruluyor.)

c) Sağ elde son duyulan Dodiyez Mi olmalı desem, ne dersiniz? (Sağ elde en son Dodiyez ve Mi seslerinin duyulması gerektiği belirtilip görüş isteniyor.)

Birleşik kelimeler konusunda yaşanan karışıklık, müzik dilinin kendine özgü terimlerine de yansımakta ve örneğin Grek dilindeki πολύ (polý = çok) ve  φωνή  ( phonḗ = ses) kelimelerinin birleşiminden gelen πολυφωνία (Alm. Polyphonie/Mehrstimmigkeit; İng. polyphony; İt. polifonia, Fr. polyphonie) teriminin Türkçe karşılığı olan “çokseslilik” terimi, TDK sözlük ve yazım kılavuzlarında  “çok seslilik” biçiminde ayrı yazılmaktadır. Oysa “çokseslilik” (polifoni) birleşik bir isimdir ve Yun., Alm., İng., İt., Fr. karşılıklarında da görüldüğü gibi, hem bu terimin, hem de aynı kökten türetilen “çokseslendirme” ve “çoksesli” gibi kullanım biçimlerinin bitişik yazılması gerekir.  Aksi takdirde örneğin, O eser, 70’li yıllarda bizim Bölümde çok seslendirildi”  türünden bir cümle de, söz konusu eserin 70’li yıllarda belirtilen Bölümde “çok kez seslendirildiğinden mi” yoksa orada “çoksesli hâle getirildiğinden mi”, bahsedildiği anlaşılamaz. Oysa “çok kez seslendirme” anlamındaki “çok seslendirme” ayrı, “polifoni” anlamındaki “çokseslendirme” bitişik yazılacak olursa, söz konusu iki anlamdan hangisinin kastedildiği kolayca anlaşılacaktır:

a) O eser, 70’li yıllarda bizim Bölümde çok seslendirildi”  (Söz konusu eser, 70’li yıllarda belirtilen Bölümde çok kez seslendirilmiş.)

b) O eser, 70’li yıllarda bizim Bölümde çokseslendirildi”  (Söz konusu eser, aslında teksesliymiş de  çokseslendirilmesi 70’li yıllarda belirtilen Bölümde yapılmış.)

Aynı şekilde, “Halk türkülerimizin benimsenebilmesi için çok seslendirilmesi gerekir.”  biçimindeki bir cümleden, neyin kastedildiğini anlayabilmenin güçleşmesine karşın, “polifonik hâle getirme” anlamındaki “çokseslendirme” bitişik, “bir çok kez seslendirme” anlamındaki “çok seslendirme” ayrı yazıldığında net olarak anlaşılabilmektedir:

a) Halk türkülerimizin benimsenebilmesi için çok seslendirilmesi gerekir. (Halk türkülerimizin benimsenebilmesi için çok fazla sayıda seslendirilmesi gerekir.)

b) Halk türkülerimizin benimsenebilmesi için çokseslendirilmesi gerekir. (Halk türkülerimizin benimsenebilmesi için çoksesli hâle getirilmesi gerekir.)

“Çokseslilik”, “çokseslendirme”, “çoksesli”, “çokses” terimleri gibi, karşıtları olan “tekseslilik” ve “teksesli” gibi terimlerin de bitişik yazılması gerekir. Çünkü, Grek dilindeki μόνος [ monos ] ve  ᾠδή [ şarkı,gazel ] kelimelerinin birleşmesinden oluşan μονῳδία (Alm. Monodie / Einstimmigkeit;, İng. monody / monophony; İt.monodia / monofonia; Fr. monodie)  teriminin Türkçe karşılığı olan “tekseslilik” terimi, birleşik bir isimdir.  Dolayısıyla hem “birleşik isim” olması, hem de karşıtı olan “çokseslilik” teriminin yazımıyla ilişki açısından “bitişik” yazılması daha tutarlı olur.

Birleşik kelimelerden oluşan “çokseslendirme” gibi terimlerin, TDK sözlük ve yazım kılavuzlarında ayrı yazılmasından hareketle, birleşik kelimelerden oluşan fakat anılan sözlük ve kılavuzlarda geçmeyen Sudominantparaleli, Dominantyedi, Tonikdörtaltı gibi terimlerin de “Sudominat paraleli”, “Dominant yedi”, “Tonik dört altı” biçiminde ayrı yazıldığı görülmektedir. Oysa, özellikle alıntı terimlerinin asıllarına uygun biçimde yazılması, uluslararası bir dil olan müzik dili açısından son derece önemlidir.

TDK’nın Türkçe yazım kurallarını, uluslararası yazım özellikleri olan müziksel terimlere de uygulamasından doğan bu tür sorunlara ek olarak, TDK sözlük ve yazım kılavuzlarında geçmeyen müzik terimleri için, kişilerin kendi görüşleri doğrultusunda geliştirdiği yazım biçimlerinde de önemli sorunlar bulunmaktadır. Örneğin, Türkçedeki “büyük ünlü uyumu” kuralının, dilimize yabancı dillerden gelmiş olan sözcük ve terimlere de uygulanacağının zannedilmesi sonucu,  örneğin partitur yerine “partitür” yazılıp okunması gerektiğini ileri sürenler olmaktadır. Evet, Türkçedeki “büyük ünlü uyumu” nedeniyle, (ayak, burun, boyunduruk  ve beşik, bilezik, gelincik sözcüklerinde olduğu gibi)  “bir kelimenin ilk hecesinde kalın bir ünlü (a,ı,o,u) bulunuyorsa diğer hecelerdeki ünlüler de kalın, ince bir ünlü (e,i,ö,ü) bulunuyorsa diğer hecelerdeki ünlüler de ince olur”  ama bu kural Türkçe sözcüklerle sınırlı olup dilimize yabancı dillerden girmiş olan parti, politika, armoni, senfoni, otomobil,model, tiyatro, ziyafet, telefon, limon, sifon vb. “alıntı kelimelerde büyük ünlü uyumu aranmaz” (****)  Bu nedenlearalarında akademisyenlerin de bulunduğu bazı insanlarımızın “partitur” yerine “partitür” yazıp okuma türünden ısrarları, TDK kurallarından değil, kişisel alışkanlık ve tercihlerinden kaynaklanmaktadır. İşin garip yanı da, her gün kullandıkları senfoni, armoni, piyano, bariton gibi yüzlerce sözcükten rahatsızlık duymayan o insanlarımızın, yalnızca partitur gibi bazı terimlerde “büyük ünlü uyumu” arayışına (!) girmeleri ve daha da garip olanı ise, örneğin “partitur” teriminin “parti” hecelerinde de aynı uyumsuzluk varken (a’dan sonra i geliyor), yalnızca “tur” hecesine takılmaları…

Sonuç

TDK yayınları arasında müzikle ilgili tek çalışmanın, A. A. Saygun tarafından hazırlanıp 1954 yılında yayınlanmış olan “Terim Anketleri: MÜZİK” başlıklı 27 sayfalık kitapçıktan ibaret olması, Kurumca yayınlanan Türkçe sözlük ve yazım kılavuzlarında müzik terimlerine çok az yer verilmesi ve Tanbur (tambur), Ud (ut) örneklerinde olduğu gibi, onlarda da hatalar bulunması nedeniyle, özellikle müzik terimlerinin yazımı konusunda, farklı kişiler tarafından hazırlanmış olan müzik sözlükleri, müzik ansiklopedileri ile farklı kişilerce kullanılan terminoloji baz alınmakta ve herkes dilediği terimi kendi anlayışı doğrultusunda kullanıp yazmaktadır. Aynı çalgı adının bile, ud / ut, tanbur / tambur, klarinet / klarnet biçiminde farklı yazılmasıyla sonuçlanan ve hatta “müziğin” kendisinin bile müzik, musıkı, musıki, musiki, mûsıki, mûsiki, musıkî, mûsıkî, mûsikî, (yer yer de küğ)olarak adlandırılıp en az 10 farklı biçimde yazıldığı bir ortamda, hangi terimin kullanılacağı ve nasıl yazılacağı bilinemez hâle geliyor.  Böyle bir terminoloji kargaşasında ulusal bir “müzik dili” ve “yazım birliği” oluşturulamadığından da, herkes kendi terminolojisini ve yazım kurallarını kendine göre belirliyor ve kimi alanlarda terim yokluğundan, kimi alanlarda ise terim bolluğundan, neyi nasıl ifade edeceğimizi, yazdıklarımızdan da, kimin neyi anlayacağını bilemez hâle geliyoruz…

Bu kargaşaya mutlaka son verilmelidir ama nasıl?

 ____________________________________

(*) Mustafa Özkan, Yapılış, Yazılış ve Kullanışları Bakımından Birleşik Kelimeler, İlmi Araştırmalar 2, İstanbul 1996, s. 98,  https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/73150

(**) A.g.m. s.99

(***) Bu şekilde kullanılan düzeltme işaretlerinin “üzerine konduğu ünlüyü değil o ünlüden önce gelen g, k ya da l ünsüzünü incelttiği, üzerine konulduğu ünlünün okunuşunda herhangi bir  değişiklik yaratmadığı”yolundaki yaygın görüşe karşın, ince okunan g, k ve l üzsüzlerinden sonra gelen ünlüler de (damakta oluşturuldukları yerlerin değişmesine bağlı olarak) biraz incelmektedir.

(****) TDK Yazım Kılavuzu, 2012 (27. Baskı), s. 6