ERDOĞAN OKYAY IŞIĞI

Onu kaybettiğimizi (vefatından yaklaşık 4 yıl sonra) öğrenip göz yaşları içinde yazdığım “ERDOĞAN OKYAY” başlıklı yazımın[1]  üzerinden 16 gün geçti. Duyduğum acı hiç azalmadı ve sanırım alışmak kolay olmayacak.

Gün ışığının önemi, ne yazık ki, güneş battıktan sonra anlaşılıyor… O da tıpkı gün ışığı gibiydi… Binaların kömür yakılarak ısıtıldığı o dönemlerin Ankara’sında, her yeri  siyah bir perde gibi kaplayıp ruhlarımızı karartan sis, o daha dersliğin kapısından göründüğü anda kaybolur, onun ışığı vururdu her yere.

“Zaman” algısının ne denli göreceli olabileceğini onun derslerinde şaşkınlıkla yaşardık. Bir saatlik ders sanki “beş dakika” içinde bitiverirdi, doyamazdık…  Müzik Bölümü,  Enstitünün  Konya Yolu ve Atatürk Orman Çifliği –Beşevler hattına en yakın yerinde olduğu için, özellikle  pencerelerin açık tutulduğu bahar aylarında, yoldan geçen araçların motor ve korna sesleri dersliklere kadar gelirdi  ama onun derslerinde her şey  susar bir tek o duyulurdu…

Aradan yıllar geçti…  Onun sesini hep duyduk, onun ışığını hep hissettik. Ondan çok uzaklarda olduğumuz,  yıllarca görüşmediğimiz zamanlarda bile onun ışığı aydınlattı yolumuzu.

Onun vefatını öğrenmiş olmaktan duyduğum derin acıyı, hakkında yazılanları okuyarak dindirmeye çalışırken Sevgili Salih AYDOĞAN’ın Musiki Dergisindeki “Erdoğan Okyay Üzerine…” başlıklı yazısını bulup defalarca okudum.  Türk Müzik Eğitiminin en önde gelen isimlerinden biri olan ve Erdoğan OKYAY  Hocamızın açtığı yolda çok başarılı çalışmalar gerçekleştirmiş olan Sevgili Aydoğan’ın  beni  en fazla etkileyen özelliği “en azla en çoğu anlatabilme” gücüdür.  Bir kaç dizeklik bir okul şarkısın sözlerine ve müziğine sığdırma başarısı gösterdiği onca mesaj tek tek açıklanmaya çalışılsa, her bir satırı için sayfalar gerekirdi …  Sevgili AYDOĞAN, Erdoğan  Bey’le ilgili yazısında da, (tıpkı şarkılarında yaptığı gibi) tek bir sayfaya öyle çok şey sığdırmış ki, her bir cümlesini defalarca okuduğum yazıyı paylaşarak daha çok kişiye ulaşmasına çalışmayı kendime görev bildim (Okumak için tıklayınız:  http://www.musikidergisi.com/haber-4818-dr._erdogan_okyay_uzerine%E2%80%A6_salih_aydogan.html)

Sevgili AYDOĞAN,  yukarıda linkini paylaştığım yazısının son iki paragrafında Hayatta zaman zaman karşımıza iki yol çıkar ve seçtiğimiz yola göre hayatımız şekillenir. Erdoğan Hocamız Gazi Eğitim Enstitüsü’nden, ayrılmakla birlikte Müzik Eğitimi alanından kopmuş, Müzik Bilimi alanına yönelmiştir. Bu tercih kendisine aittir. Ancak bana göre yanlış tercihte bulunmuştur.

Erdoğan Okyay Gazi Üniversitesi’nde kalmış olsaydı, bugün Türkiye’de Müzik Eģitimi alanı tamamen farklı biçimde yapılanacaktı. Ve “Dr.” nin içine sığmayan, o birikimiyle, o donanımıyla kendisi de oldukça farklı bir konumda olacaktı.” diyor…

Erdoğan Okyay Gazi Üniversitesinde kalmış olsaydı, bugün Türkiye’de Müzik Eğitimi alanı tamamen farklı biçimde yapılanacaktı” saptaması  gerçeğin ta kendisidir  ama, onun Gazi’den ayrılışının da bütünüyle kendi tercihi ya da bilim alanına yönelişinin bir sonucu olduğundan emin değilim. Erdoğan Okyay Hocamız,   gördüğü her ışığı yangın zannedip söndürmeye çalışanlar yüzünden hiç hak etmediği öyle sorunlarla karşılaştı ki, daha Eğitim Enstitüsü döneminden başlayarak bir çok kez kurum değiştirmek zorunda kaldı.  Bu yüzden tıpkı  yolu kesilen nehirler gibi sık sık yatak değiştirdi. Çünkü o da , tıpkı çok sevdiğim NEHİR şiirinde betimlenen sular gibiydi: 

Önüne dağlar tepeler çıktı, dolaşıp geçti yanını yöresini,

Bendler diktiler yoluna, birikip birikip taştı üzerlerinden. 

Ve gün oldu… Uçurumlarla kesildi yolu, ama o yine durmadı.  

Açıp kanatlarını bıraktı kendini boşluğa.. 

Ve ulaştı varmak istediği yere: DENİZE…

İçinde bir bardak su bulunmayan  boş kapların “dolu” zannedildiği ya da ne denli boş olduğu biline biline “dolu” sayıldığı bir dünyada, o hiçbir kaba sığmayan  büyük bir nehir olup aktı. Geçtiği her yere baharı götürdü,  çiçeklerle donattı değdiği toprakları.

Alnında ışığını taşıdığı yıldızların yanına gidişini,  aradan 4 yıl geçtikten sonra öğrenme talihsizliğini yaşadığım için uğurlamaya gelemedim. Eminim adet olduğu üzere “helallik” istenmiş ve orada bulunan herkes tüm içtenliğiyle “helallik verip” hakkını helal etmiştir. Kıymetini yeterince bilemediğimiz için bilmem o bize hakkını helal eder mi…

Başkalarını bilmem ama ben kendim o kadar vefasız davrandım ki, tanıdığım ilk günden beri hayranlıkla izlediğim, kendisinden çok şey öğrendiğim, Asistanlık bitirme çalışmamı yönetip, yaptığı inanılmaz çeviri desteğiyle  Müzikoloji Bölümü Asistanlık sınavını kazanmamda büyük rol oynayan ve bana bir çok konuda  yol gösterip gönüllü danışmanlık yapan o fedakar insanı, (duyduğum onca hayranlık ve minnet hissine rağmen)  yeterince arayıp soramadım, en acısı da, kendisini ne kadar sevdiğimi  hiç  belli etmedim. Onun bu tür şeylere  ihtiyaç duymadığını, yaptığı hiçbir şey için karşılık beklemediğini biliyorum ama,  nihayetinde o da bir insandı ve ne kadar sevildiğini bilmek onun da hakkıydı…  Artık ne söylense, ne yapılsa anlamsız….  Yazımın başında da belirttiğim gibi: Gün ışığının önemi, ne yazık ki, güneş battıktan sonra anlaşılıyor… 

16 Temmuz 2021

Adnan ATALAY


[1] https://adnanatalay.com/index.php/erdogan-okyay/